YÜREĞİ SOĞUMADI, SÖVMEK İLE..., DİYOR, BİR ŞAİR...
*- HOŞ BULUŞLAR Yeni farkına vardım, meğer çoğu zaman yazılarımda ‘deyimler’ kullanıyorum. Çoğumuzun karıştırdığı ‘atasözleri’ ile ‘deyimler’ arasındaki farkı anlatmaya çalışmış, ‘atasözleri’ üzerinde durmuştum. Atasözlerinde, kuram dışı sözcüklerin değiştirilemeyeceğini ama bazı yazar ve özellikle şairlerin bu kurala uymadıklarını, ‘kendi sözleri’ şekline döndürmeye çalıştıklarını da, örnekleriyle vurgulamıştım. ‘Anlayana saz, anlamayana davul zurna az!’ demeye getirmiştim.
Deyimler de, atasözlerimiz gibi, ‘ulusal damga taşıyan’ dil varlıklarıdır.
Ulusun söz yaratma gücünden doğarlar.
Her deyim, hoş bir buluştur.
Bir küçük söz dağarcığına, koca bir âlem sığdırılmıştır.
En uçucu kavramlar, en ince hayaller, en güzel benzetmeler, çeşit çeşit mecazlar ve söz ustalıkları mini mini bir deyimin yapı harçları arasında parlar.
Deyimler de ‘atasözleri’ gibi toplumun malı olan eski sözlerdir.
Örneğin;
‘Yüreği soğumak’ deyiminin, XV. (on beşinci) yüzyılda da bulunduğu, Şeyhî’nin şu beytinden anlaşılıyor:
‘Yüreği soğumadı sövmek ile
Olmadı eşeği dövmek ile…’
Başka örnekleri de vardır.
*- EDEBİYAT YOLCULUKTUR
“Edebiyat Yolculuktur” temasıyla, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenecek 9. İzmir Uluslararası Edebiyat Festivali, ülkemizin ve dünyanın önemli şair ve yazarlarını İzmir’de bir araya getirecek.
Türkiye’den ve dünyadan toplam 36 yazar ve şairin katılacağı festival; paneller, söyleşiler, şiir dinletileri, atölyeler, belgesel gösterimleri, stand-up gösterileri ve müzik dinletilerine sahne olacak.
Direktörlüğünü Şair Haydar Ergülen’in üstlendiği festivalin onur konuğu ise yazar Ayfer Tunç olacak.
Festivale Murat Gülsoy, Tuna Kiremitçi, Asuman Susam, Duygu Kankaytsın, Gülce Başer, Erkut Tokman, Tozan Alkan, Ahmet B. Tamu, Yusuf Alper, Halil İbrahim Özbay, Enver Topaloğlu, Rona Aslan ve Yunus Koray gibi isimler konuk olarak katılacak.
Yabancı konuklar arasında ise Fransa’dan Eric Sorner ve Carole Mesrobian, Bulgaristan’dan Anton Baev ve Zornitsa Garkova, Almanya’dan Leyla Bektaş, Yunanistan’dan Dinos Soitis ve Xrisa Spyropoulou, Mısır’dan Ahmad Zakaria, Tunus’tan Mohamed Gassara ve İtalya’dan Alex Ezra Fornari yer alıyor.
Festivalde akademisyenler Prof. Dr. Ersin Döğer, Prof. Dr. Semih Çelenk, Prof. Dr. Yusuf Alper ve Doç. Dr. Esma Tuğçe Özmen, söyleşileriyle edebiyatseverlerle buluşacak.
Ünlü oyuncu ve yazar Cengiz Bozkurt da söyleşisi ile katılımcılarla bir araya gelecek.
*- YAŞAM SANAVINI KAYBETTİ
Kamerasıyla ormanı, işçiyi, sokağı, suyu savunuyordu.
Bir basın kartı yoktu belki, ama halkın kalbinde mühürlü bir kimliği vardı; Direnişin belgeselcisi.
Yıllardır oradaydı.
Ağaçların kesildiği yerde, maden ocaklarının tozunda, yanan ormanların sessizliğinde, polis barikatlarının ardında…
Kimi zaman Akbelen’de bir çadırın gölgesinde, kimi zaman Samandağ’da taş duvarların arasında, kimi zaman da Kazdağları’nın sisli eteklerinde.
O, doğanın kamerasıydı.
*- KAMERA STOP!
Ve şimdi o kamera sustu.
Işık söndü.
Ama geride bir ömürlük görüntü vardı:
Doğanın, emeğin, direnişin tanıklığı…
Ve bu direniş yüzlerce yeni kameranın doğuşuna gebe kaldı.
…
Hakan Tosun sadece bir gazeteci değildi. O, doğayı bir haber kaynağı değil, bir canlı olarak gören nadir insanlardandı.
Bir nehir kuruduğunda onun acısını hisseder, bir ağaç kesildiğinde sanki kendi damarları kopmuş gibi sarsılırdı.
Onun için ‘doğa haberi’ diye bir tür yoktu.
Çünkü doğa yaşamın ta kendisiydi.
*- KENDİ BAŞINA
2009’dan sonra kendi kamerasıyla yollara düştü.
Kent hakkı, işçi grevleri, barınma direnişleri, kadın yürüyüşleri, çevre eylemleri…
Belgesellerinde hiçbir zaman bir ‘kahraman’ yoktu, sadece dayanışmanın kolektif sesi.
‘Çatılara Doğru’, ‘Tekel İşçileri’, ‘Büyük Anadolu Yürüyüşü’, ‘Validebağ Direnişi…”
Hepsi onun sessiz ama derin izler bırakan gözünün içinden geçti.
*- HALKLA İÇ İÇE…
10 Ekim gecesi bir kez daha halkın yanındaydı.
Yine kamerayla, yine yalnız ama dimdik.
Eve dönmedi.
Sabah yol kenarında bulundu.
Darp edilmişti.
Beyni kanıyordu.
Ve hekimler ‘beyin ölümü gerçekleşti’ dediler.
Ama insan bazen öldüğünde değil, unutturulduğunda ölür.
Hakan Tosun unutulmaz.
Çünkü onun objektifinden akan her kare, bir tohum gibi toprağa düştü.
Bu ülke, onun kamerasının önünden geçmiş binlerce insanın sesini duyuyor hala.
*- DOĞANIN YANINDA
O, ‘tarafsız’ olmadı hiçbir zaman. Doğanın, adaletin ve emeğin yanında oldu.
Nerde bir iyi var, kötüler tarafından yok edilmeye çalışılır ya da yok edilir. Sanki bu ülke gelişmemiş yaratıkların ülkesi.
Hep öne çıkarlar.
Hep kötülük düşünürler.
Gözleri o iyi insanların üstündedir.
Ve hep iyileri kıskanırlar.
Hep bunlar egemen oluyor, her nedense?
Yattığın yer incitmesin güzel insan!
Anılarına saygılarımızla…
*- ÇOĞU İNSAN
Akhisarlı Haldun Keskin, ‘Çoğu insan ihtiyacı olmayan şeyleri satın alır, onları sevmeyen insanları etkilemek için…’ diyor ve gözlemlerine dayanarak şu öneride bulunuyor:
“Gerçekten bir izlenim bırakmak istediğinizde - sonra dengen, özgürlüğün ve hayatın,,,
Her trendi takip etmeyi bırak.
Kendini markalara göre tanımlamayı bırak.
Paranızı korumaya başlayın ve sizin için çalışmasını sağlayın…”
İş insanı Haldun Keskin’i dinlersek;
“Zenginlik tüketimden gelmez!
Zenginlik bir farkındalık tarafından yaratılır.
Ve bu bir kararla başlar:
‘Artık başkalarını memnun etmek için hiçbir şey satın almıyorum.
Sadece ailemi mutlu edecek şeyler alıyorum!’
...
“Kendine yatırım yap.
Sen kendi işine bak.
Geleceğine bak.
Sağlıklı yaşamına dikkat et.
Başkalarının alkışlarına değil. Kendi işine ve ailenin geleceğine bak ve sevdiklerinin geleceğine.
insanlara sunacağın, senin ve o insanların yaşamını değiştirecek iş fırsatlarını takip et, bunlar bir köşede mutlaka seni bekliyor.
Ararsan bulursun…”
*- ROBOT KAFA
Bir Çinli robotik şirketi, insanı hem hayrete düşüren hem de hafifçe ürküten yüz ifadelerine sahip yeni bir robot kafa tanıttı.
AheadForm tarafından geliştirilen AheadForm Origin M1 adlı bu animatronik kafa, son derece gerçekçi mimikleri ve ince hareketleriyle teknoloji dünyasını şaşkına çevirdi.
Yayınlanan videoda, robotun bedensiz yüzü bir masanın üzerinde etrafa bakıyor, gözlerini kırpıyor ve ağzını hareket ettiriyor.
Video, izleyiciler arasında hem hayranlık hem de tedirginlik yarattı.
Kimi kullanıcılar robotun doğallığını övgüyle karşılarken, bazıları onun ‘fazla insan gibi!’ görünmesinden rahatsızlık duyuyor.
Hatta bazı izleyicilere göre, bu robot neredeyse dijital bir karakter kada kusursuz bir izlenim bırakıyor.
*- KİM SAVUNACAK?
Çok eski yol arkadaşım Muammer Kantar da ‘dur durak’ bilmeyenlerden.
Hiçbir şey yapamazsa, okur, araştırır, paylaşır…
Kendisine yetişmek kolay değildir.
Son zamanlarda yazıları, anıları ile dikkatimi üzerinde toplayan foto muhabiri- Yazar, Simavlı (Kütahya) Alahatttn Gürırmak gibi…
Sanıyorum, ‘Yaren Alahattin Gürırmak’ da biliyordur Muammer Kantar’ın paylaşımını:
“Vatanı biz savunmazsak kim savunacak?” diyen ve rütbeli asker avcısı olarak anılan Çiftlikli Çete Kübra Efe, 1903’te Aydın’ın Çiftlikköy’ünde doğdu. Babası Şehirlioğlu Mehmet Efendi, annesi Fadime Hanım’dı.
Kübra küçük yaşta din eğitimi aldı ama kaderi kitaplardan değil, silah seslerinden yazıldı.
1919’da Yunan ordusu Aydın’ı işgal ettiğinde ailesiyle birlikte göç etmek zorunda kaldı.
Ancak o, kaçmadı.
*- HEPSİNDE ÖNDEYDİ
“Bu toprakları biz savunmazsak kim savunacak?” diyerek cepheye koştu.
Yörük Ali Efe’nin önderliğinde başlayan Malgaç Baskını’ndan itibaren bütün Aydın savaşlarında yer aldı.
Yunan ordusunun yüzbaşı ve çavuşlarını yakalayarak büyük başarılar kazandı.
Bu yüzden herkes ona “Rütbeli Avcısı” adını verdi.
Cephede erkeklerle omuz omuza savaştı, geri çekilmedi.
Ne madalya istedi, ne unvan…
Tek derdi vardı: vatanın kurtuluşu.
31 Mart 1979’da doğduğu köyde, Çiftlikköy’de vefat etti.
Sanıyorum, ‘Yaren Alahattin Gürpınar’, Yunanlı subayları nasıl esir aldığını da anlatır.
*- İKİ RAY ARASI
Trenlerin üzerinde hareket ettiği o rayların birbirine uzaklığı, dünyanın hemen hemen her yerinde hep aynı : 4 fit ve 8.5 inç.
Yani dünya genelinde 1435 milimetre.
Size tuhaf gelmiyor mu?
Neden yuvarlak bir sayı değil de, 1435 mm.
Niye 1500 değil mesela.
Nasıl belirlenmiş ki, iki ray arası 143.5 santim olmuş.
İnsanlar ilk tren vagonlarını yaptıklarında, at arabalarını yaparken kullandıkları aletlerin aynısını kullanıyorlarmış.
O yüzden vagonların tekerleklerinin arası, tıpkı at arabalarındaki gibi 1435 milimetre olmuş.
*- YANYANA GELİNCE
Peki at arabalarında neden bu ölçü esas alınmış?
Çünkü arabaların geçtiği eski yolların genişliği bu ölçüye karşılık geliyormuş.
Neden?
Çünkü o eski insanların o dönemde kullandıkları atlı yolcu arabaları, atlı savaş arabaları hep iki atla çekiliyormuş.
Atlar yan yana durduğunda ise genişlikleri 1435 milimetre geliyormuş.
Yani bugün gördüğümüz bütün trenlerin -en son teknoloji ürünü hızlı trenlerde buna dahil- üzerinde ilerlediği rayların arasındaki uzaklık, o dönemde belirlenmiş.
Çok ilginç değil mi?
*- HEP KORUNDU
Amerika kıtası keşfedildiğinde ve tren yolları inşa etmeye başladığında da bu sihirli 1435 milimetrelik genişlik hep korunmuş.
Neden?
O dönemki at arabaları kullanım şeklinden kaynaklanıyor.
İnsanlar bir takım alışkanlıkları korumayı çok seviyorlar.
Bu durum, uzay mekiklerinin yapımını bile etkilemiş.
Nasıl?
*- TRENLE NAKLEDİLDİLER
Şöyle ki Amerikalı mühendisler, yakıt tanklarının daha geniş olması gerektiğini düşünmüşler fakat yakıt tankları Utah eyaletinde imal ediliyor ve Florida Eyaletinde ki uzay merkezine trenle nakledilmeleri gerekiyormuş.
Yolda da çok sayıda tüneller varmış.
Yakıt tankları daha geniş olursa, tünellerden geçemiyormuş, o zaman da ulaşım gerçekleşemiyormuş.
Madem öyle, işte böyle demişler, eski dönemde insanların ideal olduğuna karar verdikleri bu ölçüyü onlar da kabul etmişler.
Şimdi yeryüzündeki bütün tren raylarının arası 1435 milimetre.
Nereden nereye değil mi?
Buna benzer daha çok alışkanlıklarımız var.
*- YIKILMALI MI?
Şimdi de yerel muhalefeti kulak verelim!
İzmir Büyükşehir Belediyesi, 4 bloktan oluşan Çankaya Katlı Otoparkı’nı riskli diyerek 'yıkma' kararı aldı.
Peki, buna yönetime karşı olanlar ne diyor, örneğin AKP’liler?
“Binanın 3. bloğu risksiz olarak tespit edilmişken ve mülkiyetinin tamamı Büyükşehir’e ait değilken, bu karar nasıl veriliyor?
Güçlendirme yolu açık olan bir yapıyı, güçlendirme projesi ortada yokken, maliyeti kafanıza göre hesaplayıp ‘yıkacağız’ demek, İzmirli’ye hizmet değil, keyfi yönetim göstergesidir!
Çankaya Katlı Otopark, 1150 araç kapasitesi ile İzmir’in en büyük kapalı otoparkıdır. Büyükşehir’in toplam 8.928 kapalı otopark kapasitesinin %13’ü sadece burada…”
Muhalefet devam ediyor:"
“Başkan Cemil Tugay, adaylığı döneminde ‘Kemer, Kemalpaşa, Selçuk ve Aliağa’da çok katlı işlevsel otopark projelerini 180 gün içinde hayata geçireceğiz’ demişti.
Aradan 1.5 yıl geçti, bir arpa boyu yol alınamamıştır.
Sonuç: İzmir’de sözde hizmet, gerçekte kaos getirmektedirler!
1150 araçlık dev otoparkı yıkma kararı, otopark planlarını eksiye indiriyor…”
*- HİZMETİ ÇOK BÜYÜK
Ben de hatırlatayım:
Çankaya’daki katlı otopark, gerçekten büyük hizmet veriyor.
Birincisi araç sahiplerini cezadan koruyor.
Yüz lire gibi sembolik bir ücretle, 3- 4 bin liralık, beş dakikalık park cezasından kurtarıyor.
Şu anda neredeyse İzmir’deki trafik polislerinin neredeyse büyük çoğunluğu, 100 metre ara ile bu civarda.
Ama madalyonun diğer yüzene bakalım:
En azından 20 yıldır sürekli olarak, bu kapalı katlı otoparkın yıkılıp, yerine yenisinin yeraltı olarak yapılması gündeme geliyor.
Bunun de iki nedeni var:
Birinci neden, kentin ortasında ‘çirkin’ bir görüntü yaratıyor.
İkinci neden büyük yatırımlar yapılan, hatta bir ara dikkat çekmek için İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nin de toplanıp önemli kararlar aldığı tarihin önemli tanığı ‘Agora’nın tanıtımı…
Tanık olmuştum;
Konak’taki otobüs duraklarında iki turist bir İzmirli’ye ellerindeki harita ile ‘Agora’ya nasıl gidebilirim?’ diye sordu,
O da, Balçova’daki çöplük ve derme çatma işyerlerinin bulunduğu yere inşa edilen ve aynı ismi taşıyan ‘Agora’yı tarif ediyordu.
Araya girip, doğru yolu tarif etmiştim.
Yani bırakın sonradan yerleşenleri, yerli halkın bile büyük bölümü için söyleyebilirim;
‘Agora bilinmiyor!’
İşte hem turist otobüsleri, hem de yerli halkın, özellikle öğrencilerimizin servis araçlarının bu sıkışıklıkta düzenlenecek yeraltı otoparkının üzerinde park etmeleri için de alan açılması planlanmıştı.
Ama şu zamanda, sıradan üç hafta, en fazla bir ayda bitirilecek alt- üst geçitleri bile imkansızlıktan yapılamıyor, çalışanların hakları ve maaşları bile zamanında ödenemiyorsa ‘yıkım kararı’ doğru mu?
Bu irdelenmeli….
Muhalefetin de belirttiği gibi yine yılların akışına bırakılması en doğru olacak karar gibi görünüyor…
Ama kararı Belediye Meclisi’nden önce mimarlar- mühendisler, jeologlar yani teknik elemanlar almalılar,,,
İzmir’in geliri ve gideri de belli…
*-
0 Yorum