PEJO RECEP (ERARSLAN)
Güzel Çeşme’nin güzel insanlarını “unutulmasınlar” diye hatırlamaya devam ediyoruz, ortaokul döneminden sonra bir daha asla görüşemediğimiz, ilkokula birlikte başladığımız Recep Erarslan (babadan bakiye lakap PEJO) artık ne yazık ki aramızda değil… Duydum ki, hiçbir ciddi sağlık sorunu yok iken hastanede bir rutin işlem için beklerken hayatını kaybetmiş, çok çok üzüldüm, içimde bir şeyler sert biçimde yere düşmüş büyük bir gürültü ile kırılmış gibi oldu… Esasen de, taa yeni delikanlılık döneminden sonra yollarımız ayrılmış, teknolojinin de en azından bizler açısından “mektup yazma” seviyesini aşamamış dönemi olduğundan, adres değişiklikleri, iş değişiklikleri hülasa hayatın meşakkatli dayatmaları neticesi kopmuş olmak…
Recep hastaneye gidiyor, iğne yaptıracak, bekleyenler çok, bekleme uzadıkça kendisinde de sıkıntılar oluşuyor, bekleme koridoru insanın afakanlarını zıplatıyor, fenalaşıyor ve maalesef hayatını kaybediyor. Arkasından, koridor dardı, havasızdı, heyecan yaptı, yok fazla terledi vs vs her ne sebep varsa, var, adam artık aramızda yok… Toprağı bol olsun, yattığı yer incitmesin… Evet, tam da “doktor kontrolünde ölüm” denilebilecek bir vaka… Bize de hatırladıkça, bahsettikçe üzülmekten başka bir şey düşmüyor…
Recep Erarslan ile ilkokula birlikte başladık, öğretmenimiz ilk önce şimdi soyadını hatırlayamadığım Neşe Öğretmen bilahare de Huriye Pala Öğretmen, bizim okulu sevmemizin ilk temas noktalarıydı… Kimler yoktu ki, bizim sınıfta, her biri nevi şahsına münhasır olup, Çekirge İbrahim’den başlayıp, Gazeteci Mahmut’a kadar… Bir ara, Çekirge İbrahim, Pejo Recep ve ben aynı sırayı paylaştık. Müthiş bir anımız var, tam dersin ortasında, öğretmen ne anlatıyorsa artık, tüm sınıf can kulağıyla dinliyoruz. Derken, inanılmaz bir gürültü ve itişme oldu yanımda, İbrahim ile Recep birbirine bağırıyor, itişiyorlar, öğretmen koştu geldi… O devirde çocukların harçlığı ortalama 25 kuruş idi ve bu tutarın karşılığı madeni para da bizim “sarı 25” dediğimiz para idi “beyaz 25” olarak bilinen para da yeni tedavüle sürülmüş, bizim için sahip olmak sanki bir ayrıcalık ifadesidir. Neyse o arada, Recep beyaz 25’i gösteriyor İbrahim’e, İbrahim hemen kapıyor beyaz 25’i, karşılığında kendisindeki sarı 25’i veriyor Recep’e, işte kıyamet kopuyor… İbrahim avucunun içine sıkmış beyaz 25’i “tövbe” açmıyor ya, Öğretmen “evladım bunların her ikisinin de değeri aynıdır” deyip duruyor lakin nafile… Recep de bağırıyor, “versene beyaz 25’i mi” deyip duruyor. Netice itibariyle Öğretmen biraz alttan alarak biraz kızarak, paraların değişmesini temin ederek, sulh salah sağladı…
Recep ilk sene, özellikle ilk sömestrde, dersin ortasında “tuvalete gidebilir miyim öğretmenin” bahanesi ile okuldan kaçardı, “Hababam Sınıfı” filmindeki Adile Naşit benzeri, hoşgörülü ve sabırlı teyzesi de sürekli kulağından tutup getirirdi onu. İnanılmaz ve efsanevi vakalardı bu kaçışlar ve geriye getirilişler. Daha küçücük çocuklarız şüphesiz, okula alışıyoruz, alışmaya çalışıyoruz, aslında çok da isteyerek ya da gönüllü değiliz lakin devrin önemli umdesi “aileler çocuklarını okutacak vatana ve millete faydalı olsunlar diye” olunca, akan sular duruluyor. Esasen de rol modellerimiz de tahsili kâmil insanlar değil, hani Kaymakam, Eczacı ve Doktoru saymazsak, neredeyse tekmili birden ilkokul mezunu bir kısmı ise köylerdeki tatbikatı ile de ilkokul 3 mezunu… Lakin ailelerimizin bu şartlarda dahi hedef ve beklentileri ziyadesiyle yüksektir… Cumhuriyetin de devamlı beklenti diye vatandaşlarına hatırlatması bu cihettedir…
Baba, Mehmet Erarslan, öncülleri Sürücü ve Kaymakçı ailelerinin faaliyetlerinden sonraki bölümde Çeşme’nin neredeyse ilk otobüsçülerinden birisidir. Dönemin önemli otobüsü “Burunlu Pejo” marka otobüsün sahibidir. Hiç unutamadığım, iki detay vardı, birisi otobüs kapılarının terse açılması diğeri ise motorun otobüsün ön tarafından sokulan uzunca bir çalıştırma kolu ile çalıştırılıyor olmasıydı. Otobüsün şoförünün de oturduğu ön koltuk tüm şoför mahallini kaplıyor olması diğer bir enteresan durum olup, koltuklar deri kaplı idi. Maalesef çok da fazlaca detay hatırımda değil. İlaveten otobüsün üstünde de bir bagajların ve yüklerin konulduğu metal profillerden hazırlanmış bir bölüm vardı. Arka taraftaki sabit bir merdivenden çıkılır, inilir ve yükleme boşaltma işi gerçekleştirilirdi. Yine hatırladığım kadarı ile otobüsün şimdilerde olduğu üzere alt tarafta bir kapalı bagaj bölümü yoktu, esasen de otobüsler olabildiğince yere yakın olurlardı, artık bu dizaynlar savrulma ve sürüş güvenliği gereği mi idi, bilemiyorum. Yağmura karşı yegâne tedbir ise otobüsün üstüne çıkarılıp yerleştirilen yüklerin üstünün branda ile örtülmesidir. Otobüs kalorifer ve klima gibi konfor ünitelerinden yoksundur, içerinin ısıtılması motor ısısının transferi marifetiyle temin edilmektedir. Şoför mahallindeki camların açılıp kapanması için bugün kullanılan elektrikli kriko ve öncülü manuel çevirmeli kollar da yoktur, kelebek cam tabir edilen içeriden dışarıya doğru itilerek açılan camlar mevcuttur ve sabitlemesi mandallar marifetiyle yapılmaktadır. Yolcu bölümündeki camlar ise sürmeli olup, ihtiyaç halinde sürülüp açılır ve kapanırdı. Frenler şimdiki gibi, ABS ya da ARS gibi yüksek teknoloji ürünleri değil, kara fren tabir edilen tertibat bulunmakta ve şoför mahareti ile özellikle yokuş inişlerde motor frenleri devredir. Akü ise yanılmıyorsam, şoför koltuğunun altında bir yerde bulunmakta idi. Kapılar açılıp kapanırken sanki demirci dükkânındasınız da, malzemeler birbirlerine hızlıca çarpıyor gibi sesler gelirdi. Anlayacağınız kapı contaları ve izolasyon hak getire… Burunlu Pejo tabir edilen bu otobüsün motor kaputunun kapatıldığında sabitlenmesi için dışarıda kısmen elastik lastik sabitleyiciler vardı, bunlar da yanlardaki sabit kancalara geçirilirdi. İç kaplamalar ahşap olup her daim sanki cilalanıyormuş gibi bir his verirdi bana. Aynalar son derece sade olup, bir çubuk üstüne yerleştirilmiş, yaklaşık 45 derecelik bir açıyla otobüsün dışına tutturulmuş yuvarlak aynalardı. Silecekler tavandaki düğmelerin çevrilmesi ile devreye girerdi. Direksiyonlar hidrolik mekanizmaların konforundan azade, lakin şoförler için kol kuvvetlendirici ve kas yapıcı bir spor aleti gibi vazife görmektedir. Kara şanzuman tabir edilen sistem de, senkromeç, hidrolik veya otomatik değil, şoför maharetine tabi, vites değiştirirken ara gazı verilmesi mecburiyettendir. İzolasyon zinhar hak getire, tüm motor gürültüsü otobüsün içindedir… Fazla hatırlamıyorum demiştim ya düşündükçe neler çıktı, neler…
Abi, Bülent Erarslan ise bizlerin küçüklüğü döneminde Belçika’nın yolunu tutmuş, gurbet ellere düçar, genel manadaki “Almancı” statüsü edinmiştir gayri. Kara yağız bu delikanlı Çeşme Gençlik Spor Kulübü topçularındandır, aynı zamanda Çeşme’de bulunduğu vakitlerde… Çok sonraları hayatını kaybettiğini duymuş idim, üzüldüm…
Kale yokuşunda, Çeşme Belediyesi merkez binası arkasına düşen evde uzun yıllar oturuldu, zaten Çeşme o devirde fazlaca geniş alana dağılmış değildi. Esasen de Eski Köste (Dalyan) Yoluna, Tekke Burnuna, Kale Arkasına ve Bağarasına dağılmış, yaklaşık nüfus da 3.000 civarında, hani herkes birbirini nerdeyse yedikleri, içtikleri ile bilmektedir. Hani 3.000 kişilik bir oba, bir akraba topluluğu denilecek düzeyde. Mezkûr devirde “Kale Yokuşu” sağlı sollu evlerin bulunduğu bir yerdi, sonradan Kale Koruma Planları ya da hesapları sebebiyle Kale Surlarına dayalı evler yıkılmıştır. İlaveten de Çeşme’nin İzmir’e sefer düzenleyen otobüsleri de hemen Kale’nin denize yakın burçlarının dibinden kalkmakta, dönünce de aynı alana park etmektedirler. Gerçi “Garaj” vazifesi, Kilise ve Kervansaray tarafından da görülmüştür bir vade…
Bu vesile ile başta Recep arkadaşımı ve diğer tüm kaybettiklerimizi saygı ile anıyorum, yattıkları yer nurdan olsun…









0 Yorum