"MUTLU MU, HAKLI MI ?" OLMAK İSTİYORSUNUZ?
*- HANGİSİ? Melih Dizdaroğlu sordu; ‘Mutlu mu olmak istersin, haklı mı?’ Şaşırdım: Bir anket yapsak, herhalde her yerde, her işte, her konuda olduğu gibi yine ikiye ayrılırız. Yüzdeye, orana koysak aradaki fark çok büyük olmaz, büyük ihtimalle…
Gazeteci Melih Dizdaroğlu şu örneği verdi:
‘Çok yorgunsun, hafta sonunu iş yükünden zor getirmişsin, ayağını sürüyerek atmaya çalışıyorsun, bunun sonucu uzanmak, dinlenmek, gazete okumak, müzik dinlemek istiyorsun ama…
Sevgili eşin ‘Hava güzel, birlikte parka ya da sinemaya gidelim!’ önerisinde bulunuyor.
‘Gitmem!’ mi dersiniz, yoksa ‘Hay hay sevgilim mi?’
İşte burada ‘haklı olmak’ ya da ‘mutlu olmak’ ortaya çıkıyor.
Kulağınızın üstüne yatıp, halinizi anlatıp, ‘haklı olduğunuzu’ savunduğunuzda ne olur?
Bunu siz düşünün…
‘Hır- gür’ olur mu, olmaz mı?
Ya da, surat asılarak ailecek oturulur mu?
Veya birlikte evden güle- eğlene çıkılır mı?
İşte ‘Haklı’ olmak ile ‘Mutlu’ olmak arasındaki ‘ince çizgi’ budur…”
*- ‘ÖZETLE: AYKIRI!’
Senih Özay büyük bir hukukçu…
O bir yazar.
Sıra dışı bir entelektüel…
Kuşların avukatı, balıkların avukatı…
Zorda kalanların, zayıfların, çevrenin, doğanın, kirletilen havanın, suyun, kesilen ağaçların avukatı…
“İnsanlığın Ortak Orospus’u Altın” ve “Anılarım… Ağzımı Hayır’a Açtığım Davalarım” isimli kitapların yazarı, aktivist, çevreci ve bir hukuk dehası… Avukat Senih Özay ile geniş bir söyleşi gerçekleştirilmiş.
Gün boyu süren sohbet esnasında Celal Akgünlü de hazır bulunmuş.
*- TOPLUMSAL FİGÜR
- Benim sizde gördüğüm en önemli özelliklerden bir tanesi, hem şeffafsınız hem de oto kontrolünüz var!
Bu ikisini bir arada gördüğüm çok ender insanlar var, hatta şu anda aklıma gelmiyor sizden başkası.
Bunu siz nasıl sağlayabiliyorsunuz?
Kundera’nın bir sözü vardı;
‘Ben hayatın hep kıyılarında gezindim, son noktasına kadar geldim ama son noktadan sonra bir adım daha atmadım, o tarafa geçmedim, ama oradan sonrasının ne olacağını en yakın mesafeden gözlemledim’ buna benzer bir sözü vardı…
*- ‘TEKRAR EDİLEMEZ, TAKLİT EDİLEMEZ’
Özay: Benim düşünce sistemimde ‘Andropozofi’ diye bir şey var…
Alman ekolünden…
Yani ben hem kendi fikirlerimi ortaya koyarken, koyduğum sırada, bir saniye iki saniye geçtiği sırada bile, karşımdakini görüyorum.
Ne düşündüğünü görüyorum, buna bir şey deniliyor tıp biliminde, ona göre bir daha düşünüyorum ben o sırada, o sırada beynim harekete geçiyor, konuşurken birkaç kez düşünmüş oluyorum böylece, sadece bir kere değil!
Hakim Orhan’ın bu konu hakkında söylediği çok güzel bir söz var, hatırla; ‘Tekrar edilemez, taklit edilemez’ diyor; ‘’Teorik değil bu alan‘, diyor…
Bayılıyorum bu lafa…
*- LAFINI ESİRGEMEYEN BİR OTOKONTROL USTASI
- Kendinizi sürekli aşarak konuşuyorsunuz, yani sizin hakkınızda insanlar şöyle düşünmüyor değil mi?
‘Senih Özay’ın bu konuda bir fikri var, konuşurken farklılaşabilir, yeni bir şey çıkabilir ortaya, tamamen farklı bir şey çıkabilir, ama aynı zamanda bir şeffaflık da barındırıyor. ‘Neyi konuşsam?’ diye bir kaygı yok!...’
Özay:
Var bir otokontrol, bir yer var beynimde, o sivri bölümleri tutuyor, mesela ben hayatımda küfretmemişim hiç, hiç…
Benim karım deliler gibi küfrediyordu, kızım küfrediyor, oğlum küfür biliyorlar üçü de…
Benim hiç ağzımdan küfür çıkmadı, bu ne demek?
Deminki teorimize gelelim, küfür etmemek için ben küfürlü bölümleri tutan, öbür bölümleri öne atan bir yapım var.
Siyahiler diyor ya, ‘Söyleyecek sözü tam bilemeyenler, bulamayanlar küfreder.‘
Galiba ben söz arıyorum o arada, küfretmemek için söz buluyorum; andropozofi buuu….
Bana, nasıl davranmanı istiyorsam, sana onu sağlatıcı davranıyorum, lafı atıyorum!
Senin bana olan davranışına yön veriyorum, ben onu istiyorum.
*- İSTEDİĞİ SORUYU SORDURUYOR
- Aynı zamanda kendinizi de düşünce sisteminizi de bir sis halinde bırakıyorsunuz, doğru mu anladım?
Hepsini bir arada hissetmek çok keyifli oluyor.
- Karşıdaki insana soru sordurma imkanı veriyor böylece.
Hatta karşıdaki insana da kendi istediği soruyu sorduruyor!
- Ben bu özelliğin toplumsal olaylarda sizin yaptığınız çalışmalara, doğa çalışmalarına, çevreyle ilgili aktivizminize, mahkemelere, davalara nasıl yansıdığını merak ediyorum…
Bu bu davranış biçimi oraya illaki yansıyor, bir nezaket de yansıyor…
*- İKİ DURUŞMA ÖNCESİNDEN
Özay:
Tabi tabi, ben mesela eskiden övünürdüm ‘hiç dava kaybetmiyorum!’ diye.
Bu dava kaybetmiyorumculuğum, iyi yönde bir çaba gösteriyorumculuk idi.
Mesela duruşmalara ‘mutlaka iki duruşma önceden’ giriyorum salona, mutlak surette benim duruşmam üçüncü duruşma olur, ben salona girerim.
Hakim kimdir, sinirli midir, nasıl biridir, hakim karısı ile kavga etmiş birine benziyor mu?
Böyle garip garip şeylerini düşünür bulurum.
Sıkıyönetim mahkemelerinde bile sözümü kesmediler, kesemediler; ‘sanırım müdahale etmeyeceksiniz, müdahale etmeyiniz’ tarzında bir şeyler yaparım, bu daha başlangıçta bana, ‘kısa kes avukat bey, kısa kes, geç bunları, dosyada bunlar var!’ demesinler diye yaparım…
*- CEKET İLİKLEMEK İLE BAŞLAR
- Bu yaptığınız çabaların amacı, aslında tamamen kendinizi tam ve doğal olarak ifade edebilmek için zemin oluşturmak mı?
Ortamı normalleştirmek mi yani?
Özay:
Çok güzel sorular soruyorsunuz…
Evet, ‘anlaşılsın isterim ne dediğim’, sıkmam, uzatmam, kısa konuşurum, sahte şeyler söylemem, ‘kısa konuşacağım, 6 dakika konuşacağım’ derim mesela.
Hâkim de yani ne yapsın?
İstersen 16 dakika konuş gibi düşünür…
Bana dayanır mutlaka…
Özay:
Ürkersin de!
Çekinirsin!
Ceket ilikler avukatlar, salakça!
Eğilirler mesela!
Sevmem böyle davranışları.
Hep böyle…
Hakimlere karşı koridorlarda, duruşma salonunda!
Ceket iliklemek ile başlar senin çekinmen, burada rahatlayamayacağın, rahat duramayacağın, her şeyi söyleyemeyeceğin, yaşamayacağın, parlak fikirlerinle, yaratarak yaşamın içine giremeyeceğin…
Buna kızar, bozulur, diye söylemeden konuyu kapatacağın nokta.
Orada başlar!
Ben işte bu üslubu beğenmiyorum!
Ben onlara, o tarz durumlara, ‘geçit vermeyeyim!’ diye bir çabam oluyor.”
*- ‘YARGIÇLAR YARGILAR’
- Sağlıklı bir zemin içerisinde söylediklerim anlaşılabilir hale gelsin diyorsunuz; onu bile, o zemini bile siz hazırlamaya çalışıyorsunuz.
- Yani sizin duruşunuza kısmen, şimdi devlet idaresi, devlet kurumları bizde otoriter olarak nitelenebilir, kutsallaştırılıyor da denilebilir belki.
Devlet kurumları farklı otorite kullanır, güç kullanır, ama yargıç başka bir şeydir, yargıç devleti gerekirse yargılar, devletin de lehinde ya da aleyhinde karar verir, bu şekilde ilerler süreç.
- Yargıçlar, devleti de yargılamaları gerektiğinin farkında mı?
Antiparantez, önlerinde bir kanun metni var, insan hakları evrensel metinleri var, onların da gösterdiği yoldan hareket eden bizim mevzuatımız var; Hakim ve savcı ayrı bir rolde, biz de gariban vatandaşların sözcüleri rolündeyiz, belki koltukları değişsek yani biz oradan kalksak onların yerine otursak roller değişecek ama sistem yine aynı şekilde devam edecek belki.
Bu problemin sebebi nedir?
*- İLGİNÇ İSTATİSTİK
Özay:
‘Mithat Sancar diye bir hocamız var ya, milletvekili. Profesör!
O arkadaşımız milletvekili değilken, akademisyenlik yaparken, asistanları ile beraber binlerce hakimlere gittiler, bir istatistik yaptılar, doktora tezi gibi bir çalışma idi…
Soruları, ‘devletle yurttaş arasındaki davalarda bizatihi nasıl davranırsın’ idi, vatandaş yanlısı mı devlet yanlısı mı?
Cevap: Yüzde 87 mi ne ‘Devleti otomatik olarak her halükarda korurum’ diye çıktı.
Dinlemeden karşı tarafı, halkı!
Böylece o tezden ne çıktı sence?
Türk yargıçları nasıl bu kadar çok devlet aşığı, devlete teslimiyetçi, denge aramayan olurlar, şeklinde bir anlam çıkmadı mı?
Şimdi o tezin tamamını bilmiyorum ama tezin devamından kendi kendime şunu arıyorum. ‘bunlar hakimlerin avukat olamayanları mı ki acaba?’
Ya da her yerde söylenen, hakimler maaşlarının 7 bin, 9 bin, her neyse, bu hakimler böyle maaşlarını alıp dururken, avukatların bir çırpıda kendilerinin 3 katı 5 katı kadar para kazandığını duyarak, görerek, garip bir duygu içinde mi kalıyorlar?
‘Bu tarz ihtimaller var mı acaba?’ diye düşünüyorum doğrusu, az sayıda yargıcı da sevmiyor değilim ama…
Bunu atlamayalım…”
*- HAKİMLİĞE ADAY OLDUNUZ AMA?
- Darbe yargılamalarında ‘ben de yargıç olacağım’ diye başvurdunuz?
Baro Başkanlığına da aday olmayı düşündünüz mü?
Senih Özay:
“Cumhurbaşkanı adayı olmuş bir adamın!
Artık kalkıp,Baro Başkanlığına aday olması düşünülebilir mi yahu!”
- Çok güzeldi ama bu!
Ben onu takip ettim, darbe yargılamaları başlayınca, ‘benim az çok bu konuda tecrübem vardır, beni darbecilerin yargılandığı ağır cezaya alın, darbe yargılamalarını ben yapacağım’ diye HSYK’ya başvuru yaptınız.
Özay:
“Bana diyorlar ki, ‘'git sınava gir, hakim ol öyle atayalım’ diyorlar, ben de dedim ki, ‘Anayasa Mahkemesine hakim atarken sınava mı alıyorsunuz ki o profesörleri, uzmanları falan, 44 yaşımı geçtim, 47 yıllık avukatım. hukuk fakültesi mezunuyum, Anayasa Mahkemesi Üyeliği için koşulları taşıyorum, bu koşulları haiz olduğum için beni, 20 yaşında, 21 yaşındaki hukuk bitirmiş çocuğu sınava alır gibi sınava alıp hakim tayin etmeye hakkın yok’, diye dava açtım.
*- HAKSIZLIĞI SEVMİYOR
-Yok daha neler?
Gerçek mi bu?
Hakim olma talebiniz reddedilince bir de dava mı açtınız?
Özay:
“Tabiii… Sürüyor…
Lufthansa, Almanya’dan İzmir’e geç kaldı, 55 dakika geç kaldı, ben bir dava açtım.
Hakim, demiş ki, yahu demiş, Lufthansa’nın aleyhine davayı bitireceğim ama, içtihat arıyorum, örnek arıyorum demiş o hakim birilerine.
‘Bu Senih Özay gibi birkaç avukat olsa!..’ demiş o hakim, ‘ohoo neler olur!’
O hakimin de sözü olayı doğruluyor, rüzgar esmesi lazım, rüzgar esse, bir çok avukat bunu yapsa gerisini götürecek!”
*- PARA KAZANMAK BECERİ İSTER
- Peki, yeni avukat olanlara ya da mevcut avukatlara, bizlere önereceğiniz şeyler var mı?
Özay:
“Söylemek istediğim şey şudur; ne yapıp yapıp fena olmayan bir para kazanmak zorunda iyi bir avukat, akıllı bir avukat, zeki bir avukat bunu yapmalı öncelikle!
Yüzü böyle şeylere dönük bir avukatın para kazanabilmeyi becerebilmesi lazım…
Örneğin; ‘çevre duyarlığına ilişkin davalara bakamıyorum’ dememesi lazım!
‘Böyle güzel şeylere vakit ayıramıyorum’ diye enayice laf etmemesi lazım!
Böyle laf edeceğine, git sol elinle para kazan, gel sağ elinle ya da bir kısmı ile bu işlere bak!’ diyebilirim.
Ben nasıl para kazanıyorum?
Ben sağ elimle, stajyer avukatken daha lüks bir otomobil ve Anayasa Mahkemesine duvar duvara bitişik avukatlık bürosu satın aldım, stajyer avukatken…
Davalardan kazandım, daha avukat değilim, cübbe giymiyorum, yanında staj yaptığım avukatla beraber bir operasyon yapıyorum, o operasyondan bana araba çıkıyor, daire de çıkıyor…
Burayı geçiyorum…
*- ‘KİMSENİN EVİNE HACZE GİTMEDİM…’
Senih Özay devam ediyor:
“Ben avukat oluyorum, bütün Türkiye’deki pilotların avukatı oluyorum, bütün Türkiye’deki balık adamların avukatı oluyorum, yeni taze avukattım, Kıbrıs’ta her ölen çocuğun anasının babasının avukatıydım.
Ankara’da 5 buçuk 6 yıl avukatlık yapıyorum, sonra İzmir’e geliyorum, İzmir’de de devam ediyorum…
Devrimci Yol hareketinin avukatlığını yapmaya, sıkıyönetimler falan…
Ama sağ elim bankaların avukatı oluyor, oralardan paralar kazanıyorum, telefon şirketlerinin avukatı oluyorum, ama hacizlere gitmiyorum, kimsenin evine hacze gitmedim.
Mektup yazıyorum.
Sonra paralar kazanıyor bu tarafta harcıyorum!
İşte Kenan Evren davasında 19 uçak biletini buradan karşılıyorum! Rakıları oradan içiyorum yollarda!
Tavsiyem, genç avukatların para kazanmayı bilmeleri lazım!
Ne yap yap bil!
‘Çok, çok para kazanın!’ demiyorum, ama rakısını içebilsin, yemeğini yiyebilsin!”
*- ‘TIR ŞOFÖRÜ OLURDUM...’
- Hiç düşündünüz mü, avukatlık dışında başka bir meslek düşündünüz mü?
Avukat olmayayım da hâkim olayım ya da başka bir meslek!
Bahsettiğiniz Cumhurbaşkanlığı da dışında tabii Avukatlığı hep böyle isteyerek mi avukat oldunuz, hep avukatlık yapmak mı istediniz?
Özay:
Şöyle!
Radikal Gazetesi sordu bana, ‘avukat olmasaydınız ne olurdunuz?’ diye.
Dedim ki ‘İzmir-Pekin seferi yapan tır şoförlüğü!’
‘Hiçbir şey beni cezbetmedi’ dedim çocuğa!
Çocuk çekimleri durdurdu, ‘ben de’ dedi, ‘ben de tır şoförü olmak istiyordum, istemiştim…’ dedi.
Yargıç, Savcı olmaktan da hemen vazgeçtiğimi anlatmıştım. Başka da yeteneğim yok zaten.
*- YENİ DAVALARINI MUTLAK DUYARIZ
Bir gün süren üç kişilik söyleşiyi özetlemek için kestim de kestim,
‘Artık emekli olacağım’ diye açıklamasını yakında yapan bir avukatın, bir hukuk sitesinde meslektaşları tarafından yapılan söyleşisinde notlar çıkarmaya çalıştım.
Dikkat edilirse ‘Aykırı avukat’ Senih Özay, girişimci ve korkusuz hali ile dikkat çekiyor.
Kazanıyor, harcıyor…
Tabii seven kadar sevmeyeni de var meslek içinde…
Bakın bir yakın zamanda bir başka meslektaşı neler anlatıyor.
Ama ben buraya şu cümleyi sıkıştırmak istiyorum:
“Eskiler mi güzeldi, eskiden mi güzeldik?”
*- NAKARAT
Mesleğinde yarım asırlık bir dönemi yaşayan, binlerce önemli dava dosyalarına imza aran Türkiye'nin duayen avukatlarından Sayın Senih Ozay in bakış açısından bakarak, o muhteşem dosyalarının arasına girip enteresan konuları görmek şansına sahip olan birisi olarak orada gördüğüm, NAKARAT, cümlelerinden hayatın, türkülerimizde söylenen NAKARAT’a yakın gibi bir yaşam devam etmekte gibi, söyledi el yazısı ile kaleme aldığı, “bilgisayar bulunmuş, deniz gezmiş asılmış, Papa yine değişmiş, Mandela hapisteydi, çevre kirlenmemiş, Ibo eğlenmemişti , evlenmişti, Ajda evlenirken/ boşanırken, ama dolar, euro yine çıkmıştı, ve hep çıkmıştı, NAKARAT, NAKARAT da NAKARAT, hayat böylece devam eder gider…”
*- ATATÜRK GİBİ DÜŞÜNMEK
E. YARGITAY Başkanı Prof.SAMİ SELÇUK'tan kendisine hakaret eden siyasiye yanıt;
Ben, fakülte dönemini de katarsanız, altmış altı yıldır hukukun içinde yaşıyorum.
Şimdi de on yedi yıldan bu yana B. Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yargılama hukuku dersleri vermekteyim.
Hukuktan anlamayan, hukuksal yaklaşımla politik yaklaşım ayrımını yapamayan, ayırt etme gücü ve zekâsı olmayan birinin değerlendirmesi, benim açımdan sıfıra eşittir
Hukukçunun tek bir efendisi vardır, buyruklarını ondan alır, şundan bundan değil.
O efendinin adı da “HUKUK”tur.
Kimi bakarkör’ler görsün diye bunu lütfen büyük harflerle yazın.
KIMSE BANA EFENDİLİK TASLAMASIN!
Gücü yetiyorsa bilimsel temelde kendisi ya da kendisini bilinçsizce alkışlayanlar arasında hukukçu varsa onları da yanına alarak benim söylediklerimi çürütsün.
“Namert”, yani “alçak, korkak, erdemsiz
“beyni sulanmış”, yani “bunamış” diyerek insanları aşağılamasın
Hakaret, milletvekili yapay bağışıklık kalkanının ardına sığınarak mertliğini kanıtlamaya kalkışan zavallıların, yetersizlerin başvurdukları Brutus’vari bir eylem olmamalıdır
Mertlikten, namertlikten söz edenlerin önce kendileri mert olmalıdır.
Sövgüler eski deyişle muhayyerdir.
Değişmez huyları, sahibine geri dönüp onu vurmasıdır.
Hakaretlerle düşünceleri ve hukukun dediklerini çürütemezsiniz.
Ben, insanları bu denli zavallı, aciz yaratıklar olarak görmek istemiyorum.
Bana sövenlere iki uyarım var.
Birincisi, yazdıklarımı dikkatle okusunlar, hukukçulara danışsınlar, hukukun ne dediğini özümsesinler, sonra da duraksadıkları noktalarda gelip benimle tartışsınlar…
Kötü söz eninde sonunda sahibine döner.
Ben bu yanlışa düşmem.
Bu insanlar, önce insana saygı göstermelidirler...”
*









0 Yorum