Telefon
WhatsApp
KONU O KADAR BASİT DEĞİL

*- İNSANIN SİGORTASI       

Bu tür sözler, aslında karakter tanımlamak için kullanılır.

Bazen çaresizliktir; yapabileceğin tek şey dümdüz gitmektir, onu da yapmazsan, şişer ve patlarsın, belki kalp krizi geçirirsin, bir tür sigorta işlevi görür.

Batıda basında ve televizyonlarda sansür yok, dümdüz giderler.

Bizde anormal sansür var.

Batıdan buraya kaçıp gelen yok, burada kapıları açsan milyonlar Batıya kaçar.

Yani, kibar konuşmak, güzel ve rahat yaşam getirmiyor, kaba konuşmak da yaşamı zorlaştırmıyor…’

Ankaralı Kazım’ın bu satırlarını okuyunca ‘Acaba doktor mu?’ diye de düşündüm.

Bir gün ‘acil servis doktorunu’ aracıma almıştım.

Sohbet arasında, ‘Biz küfür edenleri severiz!’ gibi bir laf etmişti.

Şaşırmıştım!

Özetle şöyle demişti:

‘Bir trafik kazasından, bir patlamadan, bir zehirlenmeden, yani kendinde olmayan, yaşam ile ölüm arasındaki çizgide olan birine ilk müdahaleyi yaparken saniyelerle yarışırız.

İşte gözünü açan, ya da açmaya çalışan, kendine gelen hastalar önce büyük tepki gösterirler istem dışı.

Çoğunluğu, normalde ağızı alınmayacak bi şekilde küfür ederler.

Bu bizim için olağan olduğu kadar sevindiricidir.

Çünkü yaşama dönmenin ilk belirgin işaretidir.

Normalde her insan buna sinirlenir ve tepki gösterir.

Ama biz doktorlar, acilciler ‘Yaşasın!’ diyerek seviniriz, çünkü emeğimizin, eğitimimizin, mesleğimizin, alın terimizin, kutsal görevimizin karşılığını almak üzereyizdir…’

İşte böyle;

Eskilerden de söz edeyim:

İzmir Gazeteciler Cemiyeti Onursal Başkanı Denizlili Erol Akıncılar büyüğümüz, ‘Küfür müsekkindir!’ derdi.

Yani ilaç…

Ankaralı Kazım efendinin dediği gibi sinirleri de gevşetir, insanın ruhunu da…

Ama hâkim karşısına çıktığınızda, ya ‘hakaret’ ya da ‘tahrik’ gibi suçlardan ceza almanız kaçınılmaz gibidir.

En iyisi uslu ve edepli, sakin olmamız lazım…

 

*- MEDENİYETİN İŞARETİ

Yıllar önce bir öğrenci, antropolog Margaret Mead’e ‘bir kültürdeki medeniyetin ilk işaretinin’ ne olduğunu, sordu.

Öğrenci, Mead’in cevabının; ‘balık kancası’, ’kil çömlek’ ya da ‘taş öğütme taşı’ gibi bir şey olmasını bekliyordu.

Ama hayır.

Mead şöyle yanıtladı:

‘Bir medeniyetin en eski işareti, kaynamış bir uyluk kemiğidir (femur).

Yani kırılmış ama sonra iyileşmiş bir kemik.

 

*- BACAĞI KIRILINCA

Açıklaması şuydu:

Hayvanlar âleminde bir bacağınız kırıldığında ölürsünüz.

Tehlikeden kaçamaz, su içmeye gidemez, avlanamazsınız.

Yaralı bir hayvan, av olmaktan kaçamaz.

Ve hiçbir hayvan, ‘bacak kemiği iyileşecek kadar uzun süre’, hayatta kalamaz.

Oysa kırık bir uyluk kemiğinin iyileşmiş olması, şunu gösterir:

Birileri durmuş, o yaralı kişiye yardım etmiş, yarasını sarmış, güvende olacağı bir yere taşımış

ve iyileşene kadar onun yanında kalmıştır.’

Mead der ki:

‘Zorluk içindeki birine yardım etmek, medeniyetin başladığı andır.’

Ve biz, ‘En iyi hâlimizi’, başkalarına hizmet ettiğimizde gösteririz.                                                                                                                                                                                                                 

 

*- YILDIZI PARLAYAN ÜLKE

Son zamanlarda Türkler tarafından en fazla ilgi gören ve Türk turistlerin öncelikli ülkesini söyleyeyim:

Portekiz!

Sanıyorum, giriş cümlemi okuyanlar, ‘Portekiz’ yanıtını görmeden önce mutlaka, İngiltere, Almanya, Amerika, İtalya gibi ülkeleri saymış veya düşünmüşlerdir.

Balkanları bir yana koyarsak, Türkleri ‘Kendileri gibi’ gören ve bizim gibi misafirperverlik gösterenler, Portekiz olarak gösteriliyor.

Portekiz’e yerleşmeyi düşünen, yıllardır Amerika’da yaşayan bir Türk ailesi ile görüştüm.

Söyledikleri şunlar:

‘Amerika rüyası, özellikle son yıllarda tamamen bitti.

İnsanların mal ve can güvenleri yok oldu.

‘Domokrası’ lafları da rafta kaldı.

Avrupa ülkelerine gelirsek, bizleri kucaklayan, kendi insanı gibi değer veren, bizden biri olarak kabul ettiğimiz Portekiz halkı sizi adeta kucaklıyor. Sizi üzecek, düşündürecek, sıkıntıya sokacak bir soru da sormuyorlar ve olduğunuz gibi kucaklıyorlar’ diyorlar.

Yani ‘Amerika şöyle, Amerika böyle!’ diye lafa başlayanlara inanmayın.

Sadece bilmeyen, gelişmeleri ve siyaseti takip etmeyenlere karşı algı yaratmaktan başka bir şey değil…

Bu kadar anlatımdan sonra cümlelerimi şöyle tamamlayayım:

 

*- OKULUN GİRİŞİNDE

Portekiz’de, okul duvarına asılan, ‘velilere yönelik’ ilginç Safişte şunlar yazılı:

“Sevgili Veliler:

Hatırlatmak isteriz ki; ‘Merhaba!’, ’Lütfen’, ’Rica ederim’, ‘Özür dilerim’, ‘teşekkür ederim’, gibi ifadeler önce evde öğrenilir.

Yine; ‘dürüstlük’, ‘arkadaşa, yaşlılara ve öğretmenlere saygı’ da ilk evde öğrenilir.

‘Temiz olmak’, ‘ağzında yiyecek varken konuşmamak’ ve ‘düzenli olmak’ da önce evde öğrenilir.

‘Sorumluluklarını bilmek’, ‘eşyalarına ve değerlerine sahip çıkmak’ ve ‘başkalarının eşyalarına el sürmemek’ yine evde öğrenilen konulardır.

BİZLER OKULDA, ‘yabancı dil’, ’tarih’, ‘coğrafya’, ‘fizik’, ‘kimya’, ‘biyoloji’ öğretiriz.!

 UNUTMAYIN Kİ, ‘EĞİTİM’ EVDE BAŞLAR…”

 

*- BİZİM HALİMİZ

Geçenlerde mal mülk, hayvan, market sahibi lise mezunu olduğunu belirten, ‘ağzı kalabalık’  bir gencimizin ‘düşündürücü, eğlendirici,’ halini biraz de keyifle, gülümseyerek televizyondaki bilgi yarışmasında izledim.

Ona göre, memleketinde çok zor görevler onu bekliyordu.

Dört kız kardeşinden, sadece biri daha kendisi gibi erkek olup, tarlada ahırda markette kendisine yardımcı olsaydı.

Buraya kadar her şey güzel, ama kendini ‘Osmanlı’ kabul edenlerin, kendilerine okulda öğreten bilimi, dersi bilmiyor, ‘Tarih’ diyeceğine ‘Fizik’ yanıtı verebiliyordu.

Acaba öğretmenler,  Milli Eğitim, bu konuda ne düşünüyor?

Eğitim mi zayıf, öğrenciler mi?

Ya da sistem mi?

Bunu da bir kenara koyalım…

Kıdemli bir memura, yani belli bir eğitimden geçmiş kişiye de aynı soru soruluyor, ‘Ha, hu, nasıl? Bir daha oku, söyle!’ gibi, kendisine yakışmayacak lafları ağzında geveleyerek, zaman öldürüyor…

‘Al birin vur diğerine!’ derler ya öyle bir şey…

Sıradan yaşlı bir köylüye bile sorsaydınız, Osmanlı yönetimindeki devlet işleyişini ve deyimleri, söyleyişleri bilirdi…

Bilememeyi ben ‘cahillik’, ‘okumuş cahil’ olarak niteliyorum…

Geçenlerde bir vakıf üniversitesinin sondan bir önceki sınıfı, üçüncü sınıf ‘hukuk’  öğrencisi de, yine çok basit bir soruya, ‘Biz bu dersi henüz okumadık!’ diye yanıtlayamamıştı…

Halimiz ortada…

 

*- AYNI ZAMANDA

Ünlü Yönetmen Mustafa Altıoklar aynı zamanda tıp doktoru.

Birkaç gün önce de, uluslararası alanda tanınan bir ressamımızın da aynı zamanda tıp doktoru olduğunu anlatmıştım.

Zaten ‘fenciler’ yani tıp doktorlarının arasından ünlü gazeteciler, müzisyenler, hukukçular, ziraatçılar da çıkmıştır.

Sanıyorum böylece, kendilerine göre bir ‘stres’ atma yöntemleri bu…

Kalem- kağıda sarılanlar da var, şarkı söyleyenler de…

Konum, toplumda çok görülen ‘narsistler!...’- (Narsistlik – kişilik bozukluğu)

Ama önce ‘tıp doktorlarını’ ve ‘önemli görevlerinden birini’ Dr. Mustafa Altıoklar’ın ağzından dinleyelim:

 

*- ANAYASA MADDESİ

Henüz değiştirilmeyen maddesiyle,  ANAYASAMIZ’ın 27.maddesi; ‘Herkes, bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkına sahiptir.’ diyor.

İşte bu maddeye göre,  Dr. Mustafa Altıoklar, diğer arkadaşlarıyla birlikte,  daha 24 yaşındayken ‘resmi’ bir görevi vardı.

Dr. Altıoklar, mahkemelerin verdiği resmi görevle, halkın da ağzında olan ’46 raporu’ veriyordu, bazı hastalara, Anayasa’nın 27’nci maddesine göre.

Dr. Altıok, 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş, bir hekimimiz.

Öyle ki, ‘Mezuniyetimi takip eden hafta, hekim olarak mesleki kariyerime başladım. Henüz 24 yaşındayken hâkimler ya da savcılar karara bağlayacakları dosyaları tarafıma göndererek davalarıyla ilgili şahısların akıl sağlığının yerinde olup olmadığına dair raporlar talep ettiler.

Benim ve benim gibi pratisyen hekimlerin, dikkatinizi çekerim psikiyatri uzmanları değil, pratisyen hekimlerin verdikleri kanaat raporları doğrultusunda adaletin gereğini yerine getirdiler.’ Diyen Yönetmen- Doktor Mustafa Altıoklar şöyle devam ediyor:

 

*- DOKTORUN MECBURİYETİ

‘Bizler o akıl sağlığı raporlarını vermeyecek olsak kanun önünde suçlu sayılabilirdik.

Özetle şahsımın verdiği kanaat raporları, hakimlere ışık tuttuğu için yargıya varabildiler.

Şimdi ise o günlerin üzerinden, tam otuz yıl geçti ve değirmende değil, hekimliğimin yanı sıra yazar ve yönetmen olarak iştigal ettiğim karakter analizleriyle ağarmış saçlarımla, artık epeyce tecrübeli bir hekim olarak vardığım Narsisistik Kişilik Bozukluğu kanaatimde rahatça bulunabiliyorum.

Ama bazılarımız, özellikle akıl hastalıklarına vurgu yapılmasını bir yana konuşulmasını, imayı bile kabullenemiyor.

Yani, tanıdıklarımıza ‘toz kondurmama’ duygusu devreye giriyor.

Bunu da, ‘Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak hakaret suçu teşkil etmektedir.’ Diyerek ifade edebiliyorlar.

Acaba bu görüş tez doğru mu?

 

*- ‘HEKİMLER SÖYLER!’

Ama şu unutuluyor, Dr. Mustafa Altıoklar’a göre:

‘Her şeyden önce ‘akıl hastalığına hakaret’ demek, ‘akıl hastalarına’ hakarettir.

Doktorlar, hiçbir zaman sözlerinde hakaret unsuru bulundurmazlar.

Tabii ki, bazı insanlarda ‘Narsisistik Kişilik Bozukluğu olduğu’  hekimler tarafından söylenir, açıklanır.

Bunu söylerken, ne bir benzetme, ne bir yakıştırma, ne bir aşağılama düşüncesi olamaz.

Hekimlik etiği, hastalarının durumlarını alay konusu yapmaz, aşağılamaz, hele hakaret amaçlı asla kullanmaz.

Biz hekimler tababet ve şuabatı sanatlarının tarzı icrasına ehliyet almadan önce bu madde üzerine de and içeriz ve içtik.

Meslektaşlarım olan Türk Tabipler Birliği mensubu hekimlerin duyduğu kaygıyı tabii ki bende, başka hekimlerimiz de söyler, açıklar.”

 

*- AKADEMİK KARİYER

Yönetmen- Yazar Dr. Mustafa Altıoklar, sadece altı yıllık tıp fakültesi eğitimi almakla kalmamış, 1987-1991 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak akademik kariyer yapmış uzman bir bilim adamımız.

Daha önce belirttiği gibi, Anayasa’nın 27.maddesine göre “bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkına fazlasıyla sahip.

Bu kanun maddesinden açıkça anlaşılabileceği gibi, doktor kimliğiyle tıbbi kanaatlerini Türk halkı için her zaman açıklayabileceğini belirterek, örnekleme olarak ele aldığı ünlülerimiz için şöyle diyor:

“ilk Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk'ün sol göğsünde, Çanakkale’de aldığı şarapnel yarası nedeniyle ömrü boyunca yanık skarı taşıdığını, ikinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün sağır olduğunu, yine Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in obes olduğunu, Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit'in parkinson olduğunu söylememle veya Şafak Pavey'de extremite yoksunluğu; Meclis Başkanvekili Sadık Yakut'ta vitiligo varlığı ya da sabık Başbakan'ın uzaktan gördüğüm kadarıyla omurga sorunundan bahsetmem hakaret sayılmazken; bir psikiyatrik kanaat teşhisinin hakaretten sayılması esas itibariyle ikirciklidir, yanlıştır, hatadır.”

 

*- YOLDA DÜŞERSEM

Usta Gazeteci Melih Dizdaroğlu ile öğretmen eşi sevgili Nesrin Dizdaroğhu’nun da yakından bildiği gibi, nöropatım ve denge bozukluğum nedeniyle yolda her an düşebilirim.

Bunu doktorlarım da biliyor.

Yani yolda, her zaman olduğu ve olabileceği gibi, merdiven iner – çıkarken, ya da kaldırıma ayağım takılarak düşersem, büyük olasılıkla yakında ise ilk müdahale edenlerden biri olur.

 

Doğru tedaviyi uygulamadan önce de kalp krizi nedeniyle mi, inme indiği için mi yoksa sara nöbetinden dolayı mı düşüp düşmediğimi teşhis etmesi gerekir,..

Çünkü durum acildir.”

Konuyla ilgili olarak bir başka örnek yine Dr.Mustafa Altıok’tan;

“İçinde bulduğum çevrede, kuduz hastalığı taşıyan bir vaka teşhis etsem, hem müdahale etmek, hem de kamuoyuna bildirmekle yükümlü olduğumu yasalar söylemektedir. 

Çünkü burada kamuoyunun sağlığı söz konusudur.

Veya; herhangi birinin de,

kamuoyunun akıl ve bedensel sağlığı tehlike altında olduğu için yetkili kuruluşları uyarmak üzere teşhisimi açıkladım. Teşhisim koruyucu hekimliğin gereğidir.

Bunlarla birlikte bir doktorun kamuoyuna mal olmuş, her gün defalarca televizyon başta tüm medya organlarında karşılaştığı şahsiyetlerle ilgili fiziksel hastalık teşhisinin olağan ama psikiyatrik hastalık teşhisini her hangi bir h ekim meslektaşım da, kamunun yararı için söyleyip, açıklayabilir.

Her hangi bir suç sayılamaz…”

 

*- KENDİNİZİ ÖLÇÜN

 

 

 

Söyleşiyi kısaltmama rağmen yine uzadı, bitirmeye çalışayım:

Yönetmen- Yazar- Doktor Mustafa Altıoklar, ‘narsisistik kişilik bozukluğunun en temel teşhis kriterlerinden birisi de eleştiriye tahammülsüzlüktür.’ Diyerek, yazımın başında belirttiğim noktaya şöyle geliyor:

“Narsisistik kişilik bozukluğunun temel özelliği büyüklenmecilik ve üstünlük duygusudur.

Tüm dünya Psikiyatristlerinin kabul ettiği DSM-IV tanı ölçütlerine göre, bir kişiye narsisistik kişilik bozukluğu denebilmesi için aşağıda verilen kişilik özelliklerinin beşinin bulunması yeterlidir:

1. Kendisinin özel, eşi bulunmaz ve herkesten çok daha önemli olduğunu düşünür. 

2. Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ve yetenekleri olduğunu sürekli deklare eder.

3. Üstün, seçilmiş ve ilahi kuvvetlerce vazifelendirilmiş olarak bilinmeyi bekler.

4. Kendilerine hayrandır. Çok beğenilmek ve sürekli dışardan onay görmek ister.

5. Her şeyi yapmaya hak kazanmış ve özellikle kayırılacak bir kişi olduğunu düşünür.

6.  Kendi çıkarları için, amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır.

7. Empati yapamaz, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanımaz.

8. Her başarılıyı kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.

9. Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler.

Narsisist kişi her yaptığının mükemmel olduğunu düşünür. Eleştiriye duyarlılık ve kırılganlık narsisitik kişilik yapısının en belirgin özelliklerindendir.

Narsisistik kişi kendini aşırı değerli hissettiği için eleştirilmeye karşı çok duyarlı ve kırılgandır.”

Bu soruları kendinize veya bir yakınınızı düşünerek sorun.

Böylece ‘sağlıklı’ mı, sık sık gündeme geldiği gibi ‘narsist’ misiniz?

 

Anasayfa Reklam Alanı 1 728x90

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Anket

Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150
Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150

E-Bülten Aboneliği