AŞIKLARIMIZ ANADOLU'NUN SESİDİR
*- ‘CANINA OKUYAYIM!’ Hepimiz bir kişiye, bir olaya, bir gerçeğe tutkulu oluyoruz. Bu tutku, duygusal da olabiliyor. Geçenlerde ‘mektubu’ ele almıştım. Bugün, Türk Dili ve Edebiyatı Tutkunları grubundan söz edelim. ‘Biliyor muydunuz?’ diyerek, Haluk Bütüner’in bir araştırmasını paylaşalım, yakın tarihte bile neler olduğuna bakalım: Bizim ‘aşıklarımız’ ve atışmaları ünlüdür. Onlar Anadolu’nun sesidirler. "Âşık Mahzuni Şerif'in bütün besteleri ve şiirleri 1985 yılında kitaplaştırıldı. İddiaya göre; Abdurrahim Karakoç’a ait 5 adet şiir de sanki Mahzuni Şerif'e aitmiş gibi kitabın içinde yer aldı. Durumu öğrenen Avukatı, olayı Abdurrahim Karakoç’a açıklayarak; 'Yaptığı ayıp; sen bana vekâletini ver, Mahzuni’nin canına okuyayım.' der. Avukat vekâleti aldıktan sonra hem yayınevine hem de Mahzuni’ye bir noter protestosu çekerek, ne cevap geleceğini beklemeye koyulur.
*- KABAHAT KİMİN?
İki hafta sonra Mahzuni’den cevap gelmiştir.
Şöyle demektedir:
'Kitabı hazırlayan akademisyen arkadaşın hatasıdır.
Benim bu durumdan kitap yayınlandıktan sonra haberim oldu.
‘Sen bir Ağrı Dağısın Karakoç Baba!’, bense yanında küçük bir tepe.
O kitaptaki bütün şiirlerin okkası darası bir ‘İsyanlı Sükût’ etmez.
Boş ver mahkemeyi, hâkimi.
Cezamı sen kes.
Karakoç’un şeriatına boynum kıldan incedir.'
Ve bu satırların altında da muhteşem bir şiir:
*- KARAKOÇ BABA’YA...
'Elbistan yiğidi Karakoç Baba
Kumanyalar bizde azık değil mi?
Bizim yöremizin gerçek diliyle
Haksıza gözümüz kızık değil mi?
Atına binmeyi bilmeyen tatar
Kendi hayalinde ciritler atar
Beşimiz tok, on binimiz aç yatar
Böyle bir sisteme yazık değil mi?
Sülâlem sermemiş yırtılmış sergi
Vallahi dediğim değildir yergi
Hırsıza kaç kurtul, mazluma vergi
Böyle bir adalet kazık değil mi?
Az değildir Karakoç'dan aldığım
Boşa mıydı Mahzunîlik bulduğum?
Sen, ben söylemezsek kurban olduğum
Bizdeki ozanlık bozuk değil mi?'
Avukat, Abdurrahim Karakoç’un yanına varıp mektubu uzatarak:
'Mahzuni Şerif beni mahvetti, sıra sende Ağabey' der.
*- KEŞKE KARIŞTIRILMASAYDI
Karakoç mektubu eline alınca daha ilk satırlarında gözleri buğulanarak, mahcubiyetten elleri titreyerek okumaya başlar.
Sıra şiire geldiğinde hisleri aynen satırlardaki gibidir.
Sanki bir bulut kaynadı Nurhak Dağları’ndan, oradan oraya savruldu ve gelip Karakoç’un başına çöreklendi.
Sadece elleri değil konuşurken sesi de titriyordu:
'Keşke bu işe avukatı, mahkemeyi, noteri karıştırmasaydık.'
Yukarıda adı geçen Abdurrahim Karakoç'un 'İsyanlı Sükût' şiiri...
*- İSYANLI SÜKÛT
Gitmişti makama arz-ı hal için,
'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim...
'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı,
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı...
Bir baktı konağa alttan yukarı.
'Vay' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Çekti ayakları kahveye vardı,
Açtı tabakasın, sigara sardı.
Daldı... Neden sonra garsonu gördü,
'Çay' dedi, yutkundu, eğdi başını.
İçmedi masada unuttu çayı;
Kalktı ki garsona vere parayı,
Uzattı çakmağı ve sigarayı
'Say' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Döndü gözlerinde bulgur bulgur yaş…
*- BAĞRI YANDI!
Sandım canevime döktüler ateş.
Sordum: 'memleketin neresi gardaş?'
'Köy' dedi, yutkundu, eğdi başını.
Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden,
Ağzına küfürler doldu zehirden;
Salladı dilini..vazgeçti birden,
'Oy' dedi, yutkundu, eğdi başını."
Rahmetli Abdurrahim Karakoç ve Rahmetli Âşık Mahzunî Şerif'e saygı ve rahmetle... Mekânları cennet olsun.
Haluk Bütüner’in paylaşımı böyle!
*- BÖYLELERİ DE ARAMIZDA
Bu güzel anlatım ve anımsatmada bir nokta dikkatimi çekti.
Konunun içinde olan bir avukatın sözleri…
Şimdi bu tipler halâ var!
Örneğin aracınız bir trafik kazası geçirdi.
Hemen sizi sekterleri ile aratıp, ‘Size şu kadar para kazandırırız, hakkınızdan vaz geçmeyin, sadece bize vekalet vereceksiniz!’ diyorlar.
Ama öyle konuşuyorlar ki, hani ‘Emniyetten geliyorum’ diyerek, çıkardıkları sözde ‘polis dergisi’ne abone edenler gibi…
Ya da, aynı şekilde yarım ağız, ‘Maliyeden geliyorum!’ diyerek işyerlerini dolaşıp sözde ‘Maliye dergisine’ abone ederek, büyük haksız kazanç sağlayan dolandırıcıları da hepimiz görmüşüz, duymuşuzdur.
Prof. Dr. Erkan Sevinç geçenlerde ‘Nostalji yaz!’ demişti.
İşte nostalji!
*- MALİYECİLER GELDİ!
Bir gün çalıştığım gazetenin idare kısmındakiler heyecanla geldiler;
‘Maliyeciler geldi!’ dediler…
Beni ilgilendirmez ama üst yönetici durumunda olduğumdan bana da haber verdiler.
Binada aynı zamanda iktidar partisinin ilçe ve il başkanlıkları da vardı.
İyi giyimli, koyu gözlüklü, elinde çanta olan biri kapının girişinde bekliyordu.
‘Buyrun’ dedim.
Genç adam tok sesle; ‘Maliye’den geliyorum!’ gibi, tam anlaşılmayan bir şekilde konuştu ve ‘dergiye abone yapmak istediğini’ söyledi.
Bu arada, binada bulunan tüm işyerlerinin ‘abone’ olduklarını belirtti.
Abone ücreti de, ufak tefek, yani az bir şey değildi!
Bir ara Polis- Adliye Muhabirliği yapmış, günlerim adliyede bu tür sahtekârların ve patronlarının duruşmalarını izlemekle de geçmişti.
Adama, ‘Bak kapıda ne yazıyor?’ diye sordum.
Gazetenin adını okudu
‘Şimdi seni abone yapalım! Hem de senin sözünü ettiğin maliye dergisinin onda bir ücretine!’ dedim.
*- ADAM DA ŞAŞIRDI
Adam, bir elinde sahte makbuz, diğer elinde çanta tutarken şaşırdı.
Bizi izleyen muhasebe servisi elemanları da aynı şekilde idiler.
‘Hadi kardeşim, sen başka kapıya git, bizi de meşgul etme!’ dedim.
Ama bizi ‘çarpmaya!’ niyetli..
Halâ konuşuyor, bir şeyler anlatıyor…
Tam bu sırada, şu anda Avusturya’da, Viyana muhabirliğini yapan polis muhabirimiz İsmail Gökmen görevden dönmüştü.
Biraz bizi diğer arkadaşlar gibi izledi.
Sonra ‘Dolandırıcıya’, ‘Çabuk çık, yoksa polis çağıracağım!’ dedi.
Adam bizi birçok iş insanımıza, işyerine yaptığı gibi aklı sıra ‘Çarpmadan’ gitmeye niyetli değildi…
Değildi ama ne oldu?
Bizim Polis Muhabiri İsmail Gökmen, önce iterek kapı dışına, sahanlığa çıkarmak istedi.
Adam, bu kez gerçek yüzünü gösterdi. Kaba ve küfürle konuşmaya başladı.
İşte bu bizim İsmail’i de benim gibi çığırından çıkardı.
*- İSMAİL FENA ÇARPTI
Artık ‘Osmanlı Tokadı’ mı dersiniz, yoksa ‘clay yumruğu’ mu, bilmiyorum!
İsmail Gökmen, Malkoçoğlu oldu, adama öyle vurdu ki, filmlerde olduğu şekilde merdivenlerden aşağıya paraşütle gitti.
‘Ne yaptın İsmail, adam ölecek!’ deyince, ‘Ağabey onun istediği şekilde konuştum!’ deyince, birlikte görevimizin başına, yani haberleri okuyucularımıza yetiştirmek için bilgisayarların başına geçip, bu kez tuşlara arka arkaya vurmaya başladık.
*- AÇIK ARAR ve BULURLAR
Çok kez, Abdurrahim Karakoç’a, 'Yaptığı ayıp; sen bana vekâletini ver, Mahzuni’nin canına okuyayım.' Diyen avukatlarla muhatap oluyoruz.
Sorumlu yazı işleri müdürü olduğum zamanlarda bunlarla hep mahkemelerde karşı karşıya geldiğim çok oldu.
Bu tipler, medyayı takip ederler, örneğin 18 yaşından bir çocuğun fotoğrafını buzlamadan yani görünür şekilde bastığımızda veya adını yazdığımızda, bundan yararlanırlar.
Çünkü yasaya aykırıdır bu durum.
Hemen çocuğun ailesini bulurlar, trafik kazalarında olduğu gibi ‘Vekaleti ver, seni zengin edelim!’ diyerek ağızlarından bal akan laflar ederler.
Tabii ki bu kendi gelirleri içindir.
Davayı kazandıklarını kabul edelim, tüm kazanç bu tiplerin.
Vekaletini aldıklarına öyle bir fatura ile çıkıyorlar ki, ‘Aman bu adamlardan kurtulayım!’ diye, hatta bir miktar da para vererek zararla otururlar.
İnanmayın, kanmayın…
Unutmayın, ‘Haksız, aklınızda olmayan kazanç’ diye bir şey olamaz…
*- DERNEKTE ‘KAYYIM!’ VAR
Şimdi yine eskilere gidelim…
Usta Polis Muhabirlerden biri de Nuri Bilim…
Bir gün, ‘Bu adam yine sahnede!’ dedi.
Adam ‘Engelli Gazete’ ya da ‘dergisi’ çıkarıyor…
Ama önce bir sahte dernek kuruyor.
Yasalar değiştiğinden, üç çocuk bile yan yana gelerek dernek kurabiliyor.
Bu tarafı iyi…
Ama bir de bunun ters yan ve maddeleri var.
Örnek olarak TSYD’yi, yani Türkiye Spor Yazarları Derneği’ni gösterebiliriz.
Biri şikayet etti, TSYD’nin Levent Tesisleri’nde eşim yüzme havuzundan yararlanamadı. ‘Ayrımcılık yaptılar!’ gibi bazı suçlamalarda bulundu. Yanına seçim kaybedenleri de alınca, sonuç ortaya çıktı:
Kayyum…
Hala ben dahil tüm üyeler, olağanüstü kongreyi bekliyoruz, ama kayyumdan ses seda çıkmıyor.
Konum bu değil…
Dolandırıcılık…
İnsanların vicdanlarına, duygularına seslenen bundan yararlanan, sözde ‘engelli’ derneği kuran bu uslanmaz kişi ve kişileri Nuri Bilim’le birlikte ‘ihbar ettik!’
Derneği kapattırdık…
Bir baktık bir süre sonra tekrar bir başka isimle yine tabela derneği kurmuş…
Tabii biz de takibi bırakmadık..
Sonunda İzmir’den kaçtı, başka kentlere gitti…
Bu tipler uslanmaz, işleri insanların iyi niyetlerinden yararlanarak, kendilerine büyük haksız paralar kazanıp, gelir elde etmek.
Bir gün daha geniş şekilde anlatırım.
Günümüzde ise bu işler bilgisayar ve internet üzerinden yapılıyor.
Kapı kapı dolaşanlar yok denecek kadar azaldı..
Her yerde kamera var, çabuk ele geçiriliyorlar.
*- İLAÇLARI ZEHİR!
A.Maranki adında biri uzun uzun anlatmış, daha doğrusu kitabında yazmış.
Bazı bölümleri sosyal medyada kullanılıyor.
Hatta aklı başında, aykırı kişiler de, işlerine geldiği gibi ele alıyor.
Foça Sevdalısı Servet Vural, John D. Rockefeller’in, iddia edilen bir konuşmasından alıntı yapmış, ‘Üşenmeden okuyan, kazanır!’ demiş.
Bir özel gruba inancını, yapmalarını anlatıyor, yazarın iddiasına göre John D. Rockefeller…
Çoğunluk bu yazılanlara inanıyor, çünkü çeşitli toplantı ve konuşmalarda isim belirtilmeden ele alındığını biliyorum.
Bazen ‘Haklılar galiba!’ demekten de kendimi alamıyorum…
Ben özetin özetinden bir iki görüşü nakledeyim:
İddia şöyle:
‘Tersini yapıyormuş gibi davranırken, hayatlarını kısa ve zihinlerini zayıf tutacağız.
Bilim ve teknoloji bilgimizi, onların neler olduğunu asla görmemeleri için en ince şekillerde kullanacağız.
Yumuşak metalleri, yaşlanmayı hızlandırıcıları ve uyuşturucuları yiyeceklerine sularına ve hatta soludukları havaya karıştıracağız... Döndükleri her yerde zehirlerle kaplanacaklar.
Yumuşak metaller onların akıllarını kaybetmelerine neden olacak. Desteklediğimiz kurumlar vasıtası ile onlara ‘bu rahatsızlıkları için çare bulacağımıza!’ söz vereceğiz, aksine çare diye ürettiğimiz ilaçlarla onlara daha fazla zehir vereceğiz..”.
Son zamanlarda benim küfrüm ‘Yuh’ sözcüğü oldu.
Bu tiplere ve düşüncedekilere de uzun bir ‘yuhhhhh!’ çekiyorum.
*- HEP GİZLİ ve SAKLI
Yazı devam ediyor:
“Ünlü aktörler ve ünlü sanatçılar tarafından reklamı yapılan ve aslında kimyasal zehir olan hijyen ve güzellik ürünlerini aptallar yüzlerine ve bedenlerine gençlik getireceğine inanarak sürecekler ve derilerinden bu zehirler emilecek, susuz ve aç ağızlarından onların zihinlerini, iç organlarını, üreme kapasitelerini yok edeceğiz.
Çocukları sakat ve deforme olmuş olarak doğacak ve bunun sebebini onlardan saklayacağız.
Zehirler, etraflarındaki her şeyde, içtiklerinde, yediklerinde, soluduklarında ve giydiklerinde gizlenecektir.
Zehirleri dağıtmakta ustaca olmalıyız çünkü anlayabilirler.
Onlara zehirlerin iyi bir şey olduğunu TV’de ki uzmanlarla, güzel animasyonlarla, müziklerle cazip hale getirip öğreteceğiz.
Uzman görünümlü adamlarımız ‘onların aldanmasına’ yardımcı olacaktır. Zehirlerimizi almaları için her yöntemle destekleyeceğiz.
Ürünlerimizi filmde kullanıldığını görecek ve alışacaklar ve ‘gerçek etkilerini!’ asla bilemeyecekler…”
Yazı, daha doğrusu birisinin birilerine anlatımı böyle devam ediyor.
Konu insanlık ve zehirlenmeleri, bundan büyük paralar ve güç elde etmeleri.
Bunun için ‘hedeflerini her zaman saklamaları ama planlarının gerçekleşmesi için aralıksız sürdürmeleri’ belirtiliyor.
*- İNANDIRMAK İÇİN
Benim dikkatimi çeken satırlar da var, işte örnekleri
“Bize karşı geldiklerinde birbirlerini öldürmelerini sağlayacağız.
Onları dogma ve din yoluyla birbirlerine düşman ve ayrı tutacağız. Hayatlarının tüm yönlerini kontrol edip onlara ne düşüneceklerini ve nasıl düşüneceklerini söyleyeceğiz.
Onlara hissettirmeden yol göstereceğiz ve kendi kendilerine karar verdiklerine inanmalarına izin vereceğiz.
İhtilaflarımız aracılığıyla aralarında düşmanlığı körükleyeceğiz. Aralarında bir ışık parladığında, onu alay, karalama, iftira veya ölümle yok edeceğiz ki bize en çok bu yakışır.
Kalplerini parçalayıp kendi çocuklarını öldürmelerini sağlayacağız.
Bunu en önemli silahımız olan nefreti kullanarak, ve en iyi arkadaşımız olan öfkeyi kullanarak başaracağız.
Nefret onları tamamen kör edecek ve çatışmalarında liderleri olacağımızı asla göremeyecekler.
Birbirlerini öldürmekle meşgul olacaklar.
Bize karşı olduklarını gördüğümüz müddetçe kendi kanlarında yıkanacaklar ve komşularını öldürecekler.
Bundan çok yararlanacağız, çünkü bizi görmeyecekler, çünkü bizi göremeyecekler.
Savaşlarından ve ölümlerinden zenginleşmeye devam edeceğiz. Nihai hedefimize ulaşılana kadar bunu tekrarlayacağız…”
*- HEDEFLERİ İÇİN
Bunlar ve bu tipler her zaman var olmuştur.
En büyük silahları da ‘korku yaymak’ ve böylece ‘öfke içinde’ yaşamamışı sağlamalarıdır.
Bunun için de sahip oldukları tüm araçları kullanırlar.
Damla damla, adım adım hedeflerine ilerlerler.
İnsanları kontrol etmek için topraklarını, kaynaklarını ve servetlerini bir şekilde devralırlar…
Belki ‘acı’ ama ‘gerçek’ de böyle bir şey herhalde!
--
0 Yorum