Telefon
WhatsApp
10 KASIM BİR VEDA GÜNÜ DEĞİLDİR

Av. Özdemir Sökmen gibi aynı anda sanıyorum okuldaşı, babası general olan Fatih de işe başladı, İzmir’in ve Türkiye’nin en büyük bölge gazetesinde…

Gazetenin o zamanlardaki durumunu anlatmak için bir rakam vereyim.

Bir ara 210 bir trajı vardı.

Yani ulusal gazetelerin bazılarından çok daha yüksek bir rakam…

Saat 09’da bitiyordu satışı…

Kağıt sıkıntısı olduğundan baskı ancak bu kadar yapılıyordu.

Rakamları, satış raporlarını patron Dinç Bilgin ile Aydın Bilgin biliyordu.

Bir de Satış Müdürü Salim Bey ile Bölge haber sorumlusu olduğum ben Yaşar Eyice…

Çoğu kişi zaman zaman kulaktan duyduğu eksik bilgilerle kendilerine göre rakamlar veriyor…

Fatih Ankara’da ulusal bir gazetede kendine yer buldu herhalde, arada televizyonlarda adının geçtiğini görüyor, duyuyorum.

‘Sinemacı Hikmet’in oğlu Bornovalı Özdemir Sökmen bir gün, zamanın Yazı İşleri Müdürü Güngör Mengi’nin yanına gitti, ‘Ben bu şartlarda çalışamam, ekmeğimi çıkaramam…’ diyerek ayrılmak için izin istedi.

Aralarındaki konuşmayı biliyorum!

Ama meslek etiği için yazmıyorum.

Belki bir gün Av. Özdemir Sökmen açıklar ki, ‘medyanın ne halde olduğunu!’ tarihe kayıt geçer…

 

*- İÇİMİZDEKİ SAHTEKAR ve DOLANDIRICILAR

İsim vermeden bu konularda çok ara bilgi notu geçiyorum…

Tabii anlayanlar ya da işin içinde olanlar için…

Hani herkesin ‘Duayen’ dedikleri sahtekârlar var ya, ya da ‘aman efendim, paşam efendim!’ diye neredeyse yeri öpecekler için sözlerim.

Sevgili Özdemir Sökmen bir ara hakkıyla İzmir Baro Başkanlığını seçilerek yerine getirdi.

Sevgili Özdemir Sökmen, bir ara hakkıyla sol demokrat bir partinin yani Bülent Ecevit’in partisinin İzmir İl Başkanı oldu.

Gayet iyi anımsıyorum, sanki hukukçu değil de Mali Müşavir, partinin parasını, basiretli bir tüccar gibi yönetti.

Kimseyi ‘kuruş’ yedirmedi…

Bir gün Bornova Küçük Park’ta evimizin önünde karşılaştık.

Şaka ile karışık ‘Yaşar ağbi benden hiç söz etmedin?’ dedi.

“Bütün gazeteler senden söz ediyor, bana sıra gelmiyor!’ yanıtını vermeme fırsat vermeden, hızla işine koştu.

Şimdi neden bunları yazdım…

Bana göre zamanı geldi, çünkü aklımdan, hayalimden geçeni yapıyor, bir ara Ahmet Cun’un yapmaya çalıştığı gibi…

Ha sahi Yine Bornova Çocuğu, Vefa İnsanı Milli Takımların hekimlerinden, Dr. Şaban Acarbay Bornova- Çamdibi’nde (Atatürk Stadının Bulunduğu yerde) ‘Mahalle Sohbetlerini’ başlattı…

Ege Bölgesindeki tüm branşlarda lisanslı sporcuların hepsinde ‘Yapabilir!’ kaşe ve imzası olan da, Bakanlık talimatı ve oluruyla Dr. Şaban Acarbay idi…

 

*- BİR KAHRAMAN BEKLİYORDUM

Sevgili ve değerli eski meslektaşım, Av. Özdemir Sökmen’den şu mesajı aldım, 08 Kasım 2025 günü…

“Uzun zamandır yapmayı planladığım, daha önce yarım kalan bir hareketi, nihayet 10 Kasım pazartesi günü gerçekleştiriyoruz.

Eski-yeni tüm Bornovalıları pazartesi günü sabah saat:9.05'te Bornova Meydanı'na, Yüce Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ü Anma Töreni'ne, oradan da Bornova Belediyesi, Süvari Caddesi üzerindeki Aysel Abla Yemek Evi'nin tam karşısında bulunan (eski Büyük Sinema, şimdiki Yıldız Sitesi altındaki)  Saklıbahçe Kıraathanesi'nde toplanmaya davet ediyoruz.

Bu toplantı milli, siyasi, dini, dünyevi ya da uhrevi hiçbir maksada yönelik olmayıp, sadece Bornovalıları bir araya getirmek ve yaşayan eski Bornovalıların, eski Bornova'ya ilişkin anılarını dinlemek amacını taşımaktadır.

Toplantı sırasında eski Bornovalılar anılarını kısa ve öz olarak anlatacak ve saat:13.00'e kadar katılanlara tam bir nostalji yaşatacaklardır.

Misafirlerimizin içtikleri ilk çaylar tarafımızdan ödenecek olup, ikinci toplantının yeri ve zamanı da bu toplantıda kararlaştırılacaktır.

Bornovalılık ruhunu benimsemiş herkese toplantımız açık olup, geç gelenler ayakta kalacağı için onlardan şimdiden özür diliyoruz.

Saygılarımızla…”

Gayet açık ve net…

Ben tebrik edip, Türkiye’de ilklerin kenti Bornova’da, Bornovalılık ruhunu canlandırmada etkin rol oynayacağı için kendisini kutladım, İzmir dışında olduğumdan katılamayacağımı ama tüm kalbimle desteklediğimi bildirdim.

 

*- NİYETİ NEDİR?

Çok kişinin yanıt verdiğini öğrendim…

Ama birisi dikkatimi çekti?

‘Ne maksatla?’ diye soruyordu…

Buna nasıl yanıt verilir, bilemedim…

Kardeşim açık ve net yazılmış…

Sanıyorum, ‘Hani ırkçılık’ falan diyenler var ya, sonradan Bornova’ya ya da bir başka güzel kente yerleşip, şehrin havasından suyundan çok maddi manevi imkânlarından yararlananlar sonra da, ‘Dağdan geldim, bağdakini kovdum!’ diye kendilerince, güzel sözlerden yararlanarak ‘bozgunculuk’ yaratanlar diye düşünüyorum…

Ama binde birler…

Yine de bizler onları bağrımıza basıyoruz…

“Birlik ve beraberlik hep beraber!’ diyoruz…

Bir elin nesi var?

İki elin sesi var!

 

*- UNUTULMAZ

Yeri gelmişken söyleyeyim:

Cumhuriyetimizin kurucusu, Büyük Önder Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü aramızdan ayrılışının yıldönümünde sonsuz saygı, minnet ve özlemle andık.

Kültür merkezlerinde gençler Atatürk için söylediler, yarıştılar.

Meydanlardaki Atamızın heykelleri önlerinde yüzlerce, binlerce insanımız gün boyu saygı duruşunda bulundu. Görüntüleri bazı televizyon kanalları ile gazetelerin internet sayfaları ve sosyal medyada çokça gördük.

10 Kasım 2025 Pazartesi günü, Atatürk’ün ‘unutulmazlar’ listesinin başını yazıldığının 87’nci yıldönümünde, birçok belediyemiz özel açılışlar yaptılar.1

Örnek:

İzmir Güzelbahçe Belediyesi Bayraktepe mevkiinde Payamlı köyünün yeni yolunu hizmete açtı.

Payamlı Köyü inciri (yemiş) ile meşhur… Her sene binlerce kişinin katılımıyla festivali yapılıyor.

Çeşme Haralambos Kültür Merkezi’nde, Mücahit Yalçın Öztüfekçi’nin sesinden unutulmaz bir anma konseri bulunmaya değerdi.

“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir!

Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyor ve hissediyorsanız, bu yeterlidir.”

Diyen Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı Atamızın hatırası, bugün halâ umudumuzu çoğaltıp, yolumuz aydınlatıyor.

10 Kasım Pazartesi günü, İzmir’in Karşıyaka’sında, ‘Zübeyde Hanım Anıt Mezarı’nda, anma ve karanfil sunum töreni yapıldı.

Akşamı ise Karşıyaka Çarşı’da, ulu önderimize sarsılmaz bağlılığımızı göstermek için ‘saygı zinciri’ oluşturuldu.

 

*- SAHİP ÇIKACAĞIZ

10 Kasım, bir ‘veda günü’ değildir.

10 Kasım, Büyük Atatürk’ün yüreklerimizde ölümsüzleştiği gündür.

Yediden yetmişe hepimiz söylüyoruz:

“Rahat uyu Atam!

Bizlere bıraktığın onurlu mirasa ilelebet sahip çıkacağız!”

Sevgili Atam, yolun hep aydınlık, adın hep bizimle…

10 Kasım, bir milletin kalbinde asla sönmeyecek bir ışığın yıldönümü…

Dünyanın yıllardır hayranı, gelmiş geçmiş en büyük Başkomutanımızın fikirleri, cesareti, bize bıraktığı değerler, yolumuzu ay gibi, güneş gibi aydınlatıyor.

 

*- EN BÜYÜK ESERİ

Büyüdükçe seni çok daha iyi anlıyoruz Atam…

Neden ‘En büyük eserim’ dediğin Cumhuriyeti gençlere emanet ettiğini, neden geleceği o tertemiz yüreklere bıraktığını da artık çok daha iyi biliyoruz.

Çünkü bu milletin gerçek gücü, genç nesillerin gözlerindeki ışıkta, yüreklerindeki cesarette ve inançtadır.

Biz evlatlarımızın gözlerinde seni görüyor, yüreklerinde seni hissediyor, fikirlerinde seni yaşatıyoruz…

İlke ve devrimlerini, cumhuriyetimizi geleceğe taşırken, en sağlam rehberimizsin.

En kıymetli mirasın olan Cumhuriyetimizi, her koşulda koruma ve yaşatma kararlılığımız sonsuza dek sürecek.

İzmir Kent Lokantalarında ücretsiz yemek dağıtılırken, ruhuna mevlit okutuldu birçok camilerimizde.

 

*- ÇOKTAN BİRİ

Köylümüz ve tarımımız, yani geleceğimizle ilgili Atatürk konferansını takıp eden Gazeteci Doğan Prepol’dan öğrendiğime göre;

ROİSDER Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı,; Atatürk’ün “Doğa Merkezli Çevre Anlayışı”’na sahip bir önder olduğunu ve doğanın yaşamımızda önemi ile ilgili sözleriyle ülkemizin doğal güzelliklerine olan bağlılığını sık sık dile getirdiğini belirtti.

Örneğin; O’nun “Ormansız ve ağaçsız toprak vatan değildir.

Çevreyi korumak aklın gereğidir.

Ağaç, çiçek ve yeşillik uygarlık demektir.

Biz doğayı korudukça o da bizi korur”

Sav sözleriyle çevre ve insan arasındaki güçlü bağı vurguladığına değindi.

Atatürk’ün doğa ve ağaçlara olan düşkünlüğünün en belirgin örneklerinden birinin, Ankara’nın bozkır iklimini yeşillendirmek için Atatürk Orman Çiftliği’ni kurması olduğunu, Türk tarımına öncülük eden çiftliğin, tarımı canlandırmayı ve doğa sevgisini aşıladığını dile getiren Kaymakçı, bilinen başka bir örneğin de, Yalova’da kaldığı evi raylar yardımıyla kaydırarak evin yanındaki ağacın kesilmesini engellemesi ve Yürüyen Köşk efsanesinin doğmasına neden olduğuna işaret etmiştir.

Atatürk’ün insan sevgisinin de bir sonucu olarak halkının büyük bir çoğunluğunu oluşturan köylülüğü, “Milletin Efendisi Yapma” doğrultusunda gerçekleştirdiği “Tarım Devrimi” olduğunu anlattı.

“Tarım Devrimi”yle “Köylüyü toprak sahibi yapmak, Köylünün örgütlenmesine ve kooperatifleşmesine yol göstermek, Köylüyü eğitmek, örnek ziraat işletmeleri kurmak, Araştırma istasyonları ve enstitüleri açarak tohumluk ve damızlık üretmek, Tarımda devlet desteğinin yasalarla güvence altına almak, Tarıma yeni teknolojileri götürmek, bol, kaliteli ve düşük maliyetli üretim yapmak” doğrultusunda uygulamalar ile bir yandan bir köylünün kalkınması sağlanırken, bir yandan da

tarımsal üretimin artırıldığını belirtti.

Bu şekilde Türkiye’nin öncelikli olarak, un, şeker ve bez gibi üç beyaz gereksinmesinin karşılanmasında önemli adımlar atıldığını söyledi.

 

*- AKIL ve BİLİM

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, bir milletin kaderini değiştiren büyük bir lider ve aynı zamanda akıl ve bilimi rehber edinen bir vizyonun simgesidir.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ülkemizi şahlandıran tarım, yalnızca geçmişimizin değil, geleceğimizin de lokomotifidir.

Gıda güvenliğinden ihracata, istihdamdan kırsal kalkınmaya kadar her alanda, ülkemizin sürdürülebilir büyümesinin en güçlü aracıdır.

İnsanımız, tarımı bilgiyle, teknolojiyle ve inovasyonla buluşturmayı; Atamızın çizdiği üretim odaklı kalkınma vizyonunu 21. yüzyılın koşullarına taşımayı, bilimin ışığıyla buluşturmayı görev biliyor.

Çünkü biliyor ki toprağına sahip çıkan, üretimini güçlendiren bir ülke, geleceğine güvenle bakar.

 

*-DAİMA PAYİDAR KALACAKTIR

 

Dr. Basak Demiryumruk Dikici,  ‘Atatürk’ün Okuduğu Kitapları’ anlattı ve şunları söyledi;

“Anıtkabir Derneği, Atatürk’ün okuduğu kitapları içeren 24 ciltlik dev arşivi dijital ortama aktardı.

Arşivde okuduğu kitaplar, altını çizdiği satırlar, kenar notları ve düşünceleri de yer alıyor.

Toplam 3.997 kitap

Türk medeniyet tarihi, İslam tarihi, felsefe, sosyoloji, kadın hakları, devlet yönetimi; Türkçe, Osmanlıca, Fransızca, Arapça…

Atatürk’ün araştırma derinliğini ve entelektüel disiplinini bir kez daha ortaya koyan bu kıymetli kaynakça için dijital arşive ücretsiz erişim; https://lnkd.in/dVwUVZTw

Menüde ‘Yayınlarımız’ → “Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar” serisini seçebilirsiniz.

Altı çizili satırlar, düşünce kenar notları, ilham dolu satır araları hepimiz için miras çünkü…

“Bir milleti yükseltecek olan, onun okuma ve düşünme gücüdür.”

(Mustafa Kemal Atatürk)

https://lnkd.in/dxmh5mJS “

 

*- SON VEDA

Sevgili arkadaşım Aynur Can fotoğrafıyla birlikte göndermiş…

Aynen paylaşıyorum:

“Bu fotoğraf Atatürk'ün Türk Ulusunu son kez selamlaması ve vedasıydı. 29 Ekim 1938…

Cumhuriyet Bayramı'nda Askeri Lise öğrencilerine el sallamaya çalışırken Dolmabahçe Saray'nın penceresinde çekilmişti.

29 Ekim 1938…Cumhuriyet Bayramı…

Artık Büyük ATA’nın sağlık durumu, fevkalade vahim…Odasında, yarı uyku halinde, bitkin bir şekilde yatıyor…

Yaşamından umut kesilmiş, her an her şey olabilir…

Oysa O,Ankara’daki törenlere katılmak istemiş, hatta hipodromda, ATATÜRK’ün şeref locasına yorulmadan çıkabilmesi için bir asansör yaptırılmış, ama ne mümkün ?

”Ne olacaksam orada olayım” diyen ATATÜRK doktorlara;

”Bütün mesuliyet benimdir… Ankara’ya mutlaka gideceğim” demiştir, ama artık yatağından bile kalkamamaktadır.

 

*- GÖRMEK İSTEYENLER

O sırada Dolmabahçe Sarayı’nın önünden iyice yakın geçen bir vapurun içerisi, Askeri Lise öğrencileriyle dolu…

Cumhurbaşkanlığı boyunca ilk kez Ankara’daki törenlere katılamayan ve durumu oldukça ağır olan ATATÜRK’ü görmek isteyen öğrenciler, göz yaşları içerisinde, ellerindeki bayrakları, çiçekleri ve şapkalarını sallayarak haykırıyorlar…

”ATAmızı görmek istiyoruz!...”

Sonra birden hep bir ağızdan söylemeye başladıkları İstiklal Marşı ile Dolmabahçe Sarayı inliyor…

Bu sırada yanında gene manevi kızı Gökçen olan ATATÜRK, gençlerin sesini duyarak heyecanlanır, yatağında doğrulur ve heyecanla pencereden bakan Sabiha Gökçen’e seslenir:

 

*- GENÇLERİN SESİ

“Bak Gökçen, gençlerimin sesi…Duydun mu beni istiyorlar…”

“Evet paşam”,der Gökçen, ”Bir vapur dolusu genç…Askeri Lise öğrencileri…Cumhuriyet Bayramı törenlerinden dönüyor olmalılar…

ATATÜRK “ Çocuklarım…Benim çocuklarım…” diye fısıldar, gözlerinden yaşlar süzülmektedir.

Bu sırada içeriye doktor Neşet Ömer ve Salih Bozok girer.

ATATÜRK heyecanını onlarla paylaşır.

”Duyuyor musunuz”

“Evet Paşam” derler gözleri dolarak, “Duyuyoruz…”

Onlar,Cumhuriyeti emanet ettiğim gençlerimiz..” der gururla ATATÜRK.

Sanki bir anda iyileşmiş, güçlenmiş gibidir.

 

*- İYİCE COŞTULAR

Oysa ATATÜRK’ün odasının yanındaki nöbet odasında Kılıç Ali, pencereyi açmış, gençlere “Gidin!” diye işaret etmektedir.

Oysa gençler iyice coşmuştur.

”Yaşa ATATÜRK, Varol ATATÜRK!” diye bağırmakta, bazı gençler vapurdan suya atlayarak, saraya doğru yüzmeye çalışmakta, ”ATAmızı görmek istiyoruz!” diye haykırmaktadır.

 

*- “ÇOCUKLARIMI GÖRMEK İSTİYORUM…”

ATATÜRK “Çocuklarımı görmek istiyorum.

Buraya kadar gelmişler, hiç değilse onlara el sallamalıyım, beni pencereye götürün!” emrini verir.

Doktor Neşet Ömer “Fakat Paşam…” diyecek olur, ATATÜRK doktorun itirazına sertçe yanıt verir:

”Nedir fakat?”

Doktor susar. Salih Bozok hemen pencere önüne bir koltuk koyar.

Sonra ATATÜRK’ü giydirirler.

Bu giyinme ona büyük ıstırap verir, ama yüzünden boncuk boncuk terler süzüldüğü halde, sesini çıkartmaz.

 

*-  PENCERE KENARINDA

Sonra nöbet odasından koşup gelen Kılıç Ali’nin de yardımıyla ATA’yı penceredeki bir koltuğa götürüp oturturlar.

ATATÜRK giyinmiş, başı dik, sanki hiç günleri sayılı bir hasta değilmiş gibi, gençlere gülümseyerek el sallar.

Gençler ATATÜRK’ü pencerede görünce, iyice coşarlar ve sanki denizde kıyamet kopar.

Hep beraber alkışlayıp,

”Büyük ATATÜRK” diye haykırdıklarında, yer gök inler.

Gençlerden birkaçı daha üniformalarıyla vapurdan atlayarak ATA’larına doğru yüzmeye, marşlar söylemeye başlar.

Bu manzarayla fevkalade duygulanarak ağlayan ATATÜRK’ün gençlere salladığı eli, gittikçe gücünü kaybederek yana düşer…

Gözyaşları içerisinde “Yoruldum…” der.

Kılıç Ali ve Salih Bozok,onu koltuğu ile kucaklayarak, yatağının yanına getirirlerken, dışarıdan gelen tezahürat sesi, gittikçe yükselmektedir.

Paşanın “Onları gördüğüm için mutluyum” derken, yumduğu gözlerinden ip gibi yaşlar süzülmektedir…

 

*-

Anasayfa Reklam Alanı 1 728x90

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Anket

Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150
Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150

E-Bülten Aboneliği